My Dying Bride röportaj

İşte bu da zamanında Non Serviam dergisinde yayınlanmış bir yazım:

ÖLÜM, SEKS, DİN VE SAHNE KORKUSU

Azılı bir My Dying Bride fanı olan ben, sanırım Türkiyedeki en eski hayranlarındanım da. Henüz onları hiç kimse tanımazken, benim için çoktan farklı bir yere oturmuşlardı bile. Bu yüzden yemedim, içmedim, sizlerle MDB’nin Metal Hammer’la yaptığı son röportajı paylaşmak için değerli saatlerimi feda ettim. Aşağıda sonucu okuyabilirsiniz.

İngiltere’nin önde gelen doom gruplarından biri olmaları bir yana, MY DYING BRIDE ciddi bir probleme sahip. Vokalist Aaron Stainthorpe, Malcolm Dome’a (Metal Hammer) canlı çalmaktansa neredeyse her şeyi yapacağını anlattı.

My Dying Bride vokalisti Aaron Stainthorpe biraz alışılmışın dışında bir vokalist: konser vermekten nefret ediyor. Hatta bu fikir tüm benliğini korkuyla dolduruyor.
“Benim için gerçekten korkunç birşey bu. Sahneye çıkmadan önce kendimi berbat hissediyorum. Bunu ancak içerek geçirilen bir geceye benzetebilirim. Bilir misin, ertesi gün kalkarsın ve başın döner, ter dökersin ve kendini çok kötü hissedersin? İşte ben de konser başlangıcından yarım saat kadar önce tamamen bu duyguları yaşıyorum. Sinirlerim bir hurda yığını halinde.”
“İtiraf edeyim ki bazı defalar soyunma odasında çantama bakarak söyle düşündüm: ‘Pasaportum içinde. İki dakikada kapıdan koşarak çıkabilirim ve bütün bu acı yok olur, oluşacak sorunlarla da sonra yüzleşirim.’ Bunu hiç yapmadım ama bu düşünce her an aklımı çelmeye hazır bekliyor.”
Sahne korkusu yeni birşey değil. Yıllar boyunca birçok büyük sanatçı bunun zorluklarını yaşadı. Fakat Stainthorpe için bu neredeyse patolojik bir durum.
“Canlı performanslarından önce gerçek anlamda mideleri bulanan insanlar tanıyorum. İnanın bu bana göre bir lükstür. Keşke ben de çıkarıp rahatlayabilsem. Benim durumum daha kötü...çok daha kötü.”
“Samimi olmak gerekirse, şovun yarısı benim için cehennemdir, seyirciler konsere bayılsalar bile. Ancak son bir-iki parçada rahatlamaya başlıyorum, çünkü konserin sonuna yaklaşmakta olduğumuzu biliyorum. Ve son parçayı çalarken, ki bu da genellikle sert bir parça olur, sadece ‘evet, evet, neredeyse bitti’ diye bağırıyorum. Şarkı sözlerini boşver, ben uzaklaşmak istiyorum. Konser sonunda sahneden ayrılınca gerçek bir mutluluk hissi yaşıyorum. Öyle rahatlatıcı ki. Ama sinirlerimden dolayı bitkin oluyorum ve yüzüm kızarmış oluyor. Sonra bir duş alıp tur otobüsüne biniyorum ve farkediyorum ki ertesi gece aynı şeyleri yeniden yapmak zorundayım. Turneler sağlığım için gerçekten zararlı.”
Peki o halde Stainthorpe neden bir turnenin her gecesinde kendini bu kişisel cehenneminden geçiriyor? Bu, baş dönmesi olan birinin meslek olarak akrobatlığı seçmesine benziyor.
“Bu grubu ilk kurduğumuzda (1990’da), diğer elemanları bir stüdyo projesi olarak kalmamız konusunda ikna etmeye çalıştım. Ama onlar konser vermek konusunda fazlasıyla hevesliydiler. Ben buna katlanmak zorundayım, çünkü herkes işinin bir yönünün berbat olduğunu düşünür. Benim için de bu işin konser yönü berbat . Herhangi bir turneye çıkmadan önce kendimi sahnede sadece doksan dakika kadar kalacağımıza, bunun da 24 saatlik bir günün içinde hiç de önemli bir süre olmadığına ikna ediyorum. Fakat bu 90 dakika öylesine yoğun ki bana cehennem gibi geliyor. Belki de asıl gerçek benim deli olduğumdur!”
“Derinliklerime inecek olursak aynı zamanda mükemmeliyetçiyim de. İnsanların bizi görmek için uzun mesafeler katetmeleri ve iyi de para ödemeleri onları hayal kırıklığına uğratmama kaygısı yaratıyor bende. Albüm kapaklarımızın tasarımında da böyleyim. Dizaynın üzerinde saatlerce uğraşırım, ve sonra da diğer elemanlara gösterince ‘İnanılmaz’ demelerini isterim. Fakat onlar bu işin ne kadar zahmetli olduğunu çoğunlukla algılamazlar bile. Belki de başkalarının beni takdir etmelerine ihtiyaç duyan bir yanım da var. Sanırım çok hassas bir insanım.”

İngiltere’nin en önemli goth-metal gruplarından birinin frontman’inin belli bir kırılganlığa sahip olduğunu itiraf etmesi birçoklarına garip gelebilir, fakat Stainthorpe hiçbir şekilde sıradan bir ‘rock star’ değil. Örneğin, başka insanların duygularına karşı duyarlı olduğunu açıkça itiraf ediyor.
“Bizimle bir çocuk çalışıyordu, geçenlerde karısı vefat etti. Benim de içimden, o ve iki çocuğu adına gözlerim kör olana kadar ağlamak geliyordu. Beni gerçekten etkilemişti, ki o çocuğu pek fazla tanımıyorum bile. Ama işte bu da benim hassas olduğum gerçeğine dayanıyor. Aile ve arkadaş çevrelerindeki ölümler beni derinden etkiliyor. Bununla kolay kolay başa çıkamıyorum.”
Fakat görünürdeki tüm bu duygusal etkilerine rağmen, ölüm, Stainthorpe için şarkı sözleri bakımından her zaman yoldaşı olmuştur. Seks ve dinin yanısıra, yedi albümden fazlası boyunca hakkında yazdığı tek konudur.
“Bu çok dar görüşlü görünebilir, ama ben her zaman ölüm, seks ve dinle ilgili şarkılar söyledim. İnsanların bu konulardaki duyguları ilgimi çekiyor. İnsanları bu duyguları yaşarken görmekten hoşlanıyorum demiyorum, ve insanları analiz etmeye de çalışmıyorum, ama değişik durumlar karşısında verdikleri tepkiler beni ilgilendiriyor.”
“Ölüm insanları değişik biçimlerde etkiler. Bazıları içine kapanır, bazılarıysa gözlerini ağlamaktan kör eder. Aynı şey din için geçerli. Bazıları fanatikleşirken, diğerleri umursamaz. İnsanları fanatik olmaya iten sebepler ilgimi çekiyor. Geçmişte insanlar beni din karşıtı olmakla suçladılar, ama bu doğru değil. Bazılarının hayatta bir koltuk değneğine ihtiyaçları olmasını anlıyorum, dua edebilecekleri birşey - veya biri. Sadece bana bunun empoze edilmesinden hoşlanmıyorum. Birşeye inanmak istiyorsam gidip onu bulurum. Ama bazı fanatikler sana bunu zorla kabul ettirmeye çalışırlar.”
İnsanların, hayatın bu değişik yönlerine tepkileri konusundaki ilgisine rağmen, Stainthorpe kendi özel hayatını dikkatle koruyor.
“İnsanlara kendi duygularımı göstermemeye çalışıyorum. Belki bu pek adilce değil, ama bazı hayranlarımız şarkı sözlerimin satır aralarını okuyarak özel hayatıma açılan ufak pencereler bulmuş olabilirler. Dini bir geçmişim olmadığı için din hakkındaki düşüncelerim konusunda konuşabiliyorum. Sanırım şu anda daha kararsızım. Ama seks ve ölüm fazlasıyla kişisel konular.”
“Özel hayatı hakkında pek konuşmayan bir insanım ve bu yöndeki soruların yönünü birsürü saçmalıkla değiştirmeye çalışırım. Profesyonelce saçmalarım. Sanırım insanların tepkilerini seyreden bir çeşit röntgenciyim. Başkalarının duyguları hakkında yazıp kendiminkileri saklamak haksızlık, ama kendim hakkında fazla bilgi yaymamam bir bakıma şart, çünkü insanların turne sırasında benim hakkımda fazla şey bildiklerini düşünürsem, konser mekanına bile yaklaşamam. Bu kaldırabileceğimden fazla olurdu. İyi bir gösteriyse bile, kalabalığın içinden birinin haykıracağı kişisel birşey benim için o konseri bitirir.”
“Her şovda, birkaç kadeh fazla içmiş olan ve sadece arkadaşları dışarıda bir gece geçirmek istedikleri için orada bulunan insanlar vardır. Hakaret ederlerse ve bu beni gerçekten kötü etkilerse sadece kıvrılıp eve gitmek isterim.”
“Bu grup gerçek duyguları olan gerçek insanlardan oluşuyor, ve biz bunları şarkılarda ifade etmekten korkmuyoruz. Aşk şarkıları yazmış olmaktan utanç duymuyoruz. Belki de bu yüzden çok sayıda dişi hayranımız var. Her zaman farklı olmak için çalıştık. Başlarken, Candlemass ve Celtic Frost gibi garip ve farklı şeyler yapan gruplardan etkilenmiştik. Bu yüzden soundumuza bir keman eklemiştik, ve böyle birşeye sahipsen, bu sana bakire kanı içmenin dışında şeylerden bahsetme olanağı tanıyor.”

Peki, o halde My Dying Bride’ın müziği hakkında konuşalım, özellikle de Yorkshire’lı grubu (Stainthorpe, gitarist Andrew Craighan, davulcu Shaun Steels ve basçı Adrian Jackson – konserlerde eski Solstice gitaristi Hamish Glencross ve kemancı/klavyeci Martin Powell da onlara katılıyor) eski günlerindeki sert sounda geri götüren yeni albümleri ‘The Light At The End Of The World’ hakkında. Stainthorpe albüm hakkında açıkça heyecanlı görünüyor.
“İlk kez bir albümün başından itibaren soundun nasıl olmasını istediğimizi biliyorduk. Geçmişte kendimizi akıntıya bırakırdık, hatta parçaların bazılarını yaptıktan sonra bile albüm hakkında genel bir duyguya sahip olmazdık. Bu albümle, insanların bizi sevmelerine sebep olan şeyleri hala yapabildiğimizi kanıtlamaya çalıştık – doom, gotik, tuhaflık. Bir önceki albümde teknolojinin sınırlarını belki biraz fazla zorladık (1998 tarihli ’34.788%’). Bu yönde devam etseydik köklerimizle olan bağlarımızı tamamen kaybedecektik.”
“Başlangıçta, sağa veya sola gitme ihtiyacı hissediyorduk. İleriye gitmek sözkonusu değildi. Fakat ne altmışların hippi, Floyd tarzını, ne de Black Metalin çılgınlığını benimsemek istemiyorduk, bu yüzden geriye gidip halkayı tamamlamaya karar verdik. Amacımız, ‘Turn Loose The Swans’ (1993) ve ‘The Angel And The Dark River’ (1995) arasında yer alabilecek, ama ‘99 hissine sahip bir albüm yapmaktı.”
“Elbette insanların düşünecekleri konusunda biraz endişeliydim, çünkü bilirsin, her zaman ’34...’de yolumuzu kaybettiğimize ve şimdi de eski fanlarımızın bir bölümünü geri kazanmaya çalıştığımıza inananlar olacaktır. Fakat biz hiçbir zaman kendimizin dışındakiler için yazmadık. Bu biraz kaba olabilir, ama hayranların isteklerini boşver. Biz yaptığımız herşeyi her zaman kendimiz için yaptık, başkaları için değil.”
“Bizimle aynı dönemin gruplarından ikisine, Anathema ve Paradise Lost’a katılıp köklerimizden daha da uzaklaşabilirdik, ama rahat edebileceğimiz birşeyler yapmak istedik. Anathema ve Paradise Lost’un yaptıklarını gördük, ama onların yaptıkları bizi ilgilendirmez. Bu da işe yaramazsa sadece biraz delirdiğimizi iddia ederiz. Fakat şu ana kadar herkes yaptıklarımızı beğeniyor. Hatta eski logoyu ve death metal stili vokalleri bile geri getirmeyi düşünüyoruz. Olumsuz yanı ise, uzun bir turne için hazırlık yapmam gerektiği.”
Ne demişler, karşılığını vermeden birşey alamazsın!

Böyle bitiriyor Malcolm Dome yazısını. Köklerine dönecek olmaları yeni albüme karşı sabırsızlığımı daha da arttırdı doğrusu. Bitirmeden önce kişisel bazı düşüncelerimi de eklemek istiyorum. 1995’te, İngiltere’de grubu izleme şansı bulmuştum. Konserden önce elemanlar biralarını içerken, tanışma, konuşma, imza ve fotoğraf olayına girdik. Aaron son derece nazik olmakla birlikte bana biraz gergin görünmüştü. Demek ki sebebi sahne korkusuymuş. Diğer elemanlar gayet rahat ortalıkta takılırken, Aaron daha kuytu köşelerde vakit geçiriyordu. Konser zamanı gelip çattığında ise müthiş bir performans sergilediler grup olarak. Ağırlıklı olarak ‘The Angel And The Dark River’dan çalmalarının yanısıra, eski parçalara da yer verdiler. Sonlara doğru ise ‘The Forever People’ çaldıklarında herkes havalarda uçuşuyordu...Meğer biz azarken Aaron da konser bitiyor diye seviniyormuş!!! Valla ben sahne korkusu filan bilmem, unutulmaz bir konserdi ve bana yaşattığı duyguları size tarif etmeme imkan yok. Bu yüzden umarım bir gün bizim diyarlara da uğrarlar da ne demek istediğimi anlarsınız...

SEYDA PEKER (eskiden aldığım bir soyadla biten bir yazı daha!)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Megadeth'in ilk İstanbul konseri

Rock the Nations Festival I

Manowar Konseri 2005