TANKARD Atina konseri notları / 2006
Deli Kasap için yazıldı:
Tankard Atina Konseri Notları (20.10.2006)
İş sebebiyle Atina’da bulunmama rağmen aynı şehirde Tankard konseri olur da ben gitmek için şartları sonuna kadar zorlamam mı? Beni tanıyanlar bunun mümkün olmadığını bilir! Tankard benim için çok çeşitli sebeplerden dolayı çok özel bir gruptur. Bu yüzden ilk önce tüm gündüz saatlerini sürünürcesine hasta olduğum için otelde yatarak geçirdim, çünkü akşama iyileşmeye karar vermiştim bir kere! Tylol hot ve sıcak duş ikilisinden sonra artık tamam dedim, metalci dediğin artık kalkar gider konserine!
Akşam karanlığında çıktım otelden ve sora sora hangi metro’ya bineceğimi öğrendim. Fakat sanırım metro yerine zaman tüneline binmiştim, çünkü Underworld adlı mekana vardığımda baktım ki seksenlere dönmüşüm! Yunanlı metalcilerin hepsi streç kot, kahküllü kıvırcık saç, patch ve rozetlerle bezeli kot mont ve beyaz spor ayakkabı soundundaydılar hala. Böyle bir tayfayla ruhsuz bir konser mümkün olamaz diye tahmin ettim ve önümüzdeki saatlerin harika geçeceği konusunda tahminde bulundum. Kalabalığın içindeki yaklaşık 10 kadar dişiden biriydim (daha sonra sayıları az bir şey arttı), ve kapılar hala açılmamaktaydı. Komşunun bize çok benzediği yeniden tescillenmiş oldu böylece. Gittim büfeden bir su aldım. Büfeciyle İngilizce konuşunca neredensin muhabbeti oldu, “İstanbul” dedim, “Ah, Konstantinople!” dedi, “Doğru konuş lan!” dedim, derken muhabbete başladık, komikti.
Yine kapı önünde beklemeye devam ederken baktım ki erkek ırkı burada da gayet bizimkiler gibi. Kim daha guttural böğürebiliyor, kim daha alfa erkeği kaygılarıyla kendi aralarında şakalaşmalarını içimden sırıtarak izledim.
Bu arada sanırım Atina’nın tek sapığı beni kestirdi gözüne. Yetişkinlik hayatımda ilk kez başka bir insandan korktum. Ama tip cidden arızaydı. Bir yanağının içine sanki bir koni saklamış gibi sivri, sipsivri bir yanağı vardı. Tipin geri kalanı böyle bildiğiniz temiz gömlek, ütülü pantolon falan, hani seri katil olduğu ortaya çıktıktan sonra tüm çevresi “o çok sakin ve efendi biriydi, asla tahmin edemezdik” dediği tipler vardır ya, ondandı. Değin değin bakışlarını asla üzerimden ayırmayarak ve yılışık bir gülümsemeyle etrafımda dolandıkça ben de yer değiştiriyordum. Arada büfeci yanıma gelip gelip muhabbet etmeyi, telefonunu zorla vermeyi falan da ihmal etmiyordu. “Çattık” dedim, “dur bakalım, Tankard uğruna daha başımıza neler gelecek.”
Neyse ki kapılar açıldı ve ben içeri attım kendimi. Mekan harikaydı yalnız – Se7en filmini hatırlayın, o mantıkta döşenmiş, her köşede ölümcül günahlardan biri hatırlatılıyor. Küçük bir sahne, büyükçe bir “pist”, ve etrafı rahat koltuklar olsun, ayakta durulacak masalar olsun, yaklaşık 500 kişiyi rahatça ağırlayacak bir mekan.
Fakat ne göreyim – o karanlığın içinde, kalabalığın arasından sapık da içeri süzülmüş! Kalabalığı tarıyordu gözleri, ve ben hemen lokasyon değiştirdim yine, ama beni görmüştü bir kere ve geldi yanımda dikildi. “Eeeeh!” dedim ve merchandise standının yanına gittim, ne olacaksa olsundu ama ben önce bir Gerre ile konuşmak istiyordum. Buffo vardı standın arkasında ve ben kendimi tanıttım, biraz hoşbeş ettik, sonra da ilk grup Kinetic çıktı. Kadın vokallerden hoşlanmadığım için (Angela Gossow hariç) bu grubu da beğenmedim. Ama fazla izlemek zorunda kalmadım, çünkü Gerre ile tanıştım ve biraz söyleşebilir miyiz dedim, o da hemen kabul etti ve dışarı çıkıp biryerlerde bir şey içmemizi önerdi.
Beş Euro vermiş olduğum biramı asla bırakmayarak onunla beraber mekandan çıktım. Atina sokaklarında yürüdük ta ki beğendiği bir cafe’de dışarıda oturmaya karar verene kadar. Yolda ona aslında bu konsere gelip gelemeyeceğimi hiç bilmediğimi, onunla konuşma fırsatı yakalayıp yakalamayacağımı, dolayısıyla soru falan hazırlamadığımı anlattım, o da sorun olmadığını, öylesine de muhabbet edebileceğimizi söyledi ve gitti tüm ısrarlarıma rağmen bana da espresso ısmarladı (ben içmeyince onu da kendi içti sonradan).
Bu arada ilk Türkiye konserlerinden konuşmaya başlamıştık:
İlk İstanbul konseriniz bizim için çok önemlidir. Çoğumuz için ilk yabancı grup konserimiz olmuştur.
Ah evet, ’92 deydi…Üç günlüğüne gelmiştik, Avrupa Şampiyonluğu sırasında. Elli kilo daha zayıftım o zaman! :) O konserdeki atmosfer süperdi, pek fazla katılım olmasa da.
O zamanlar zaten bir avuç insandık yahu, koca Bostancı gösteri Merkezinin ful çekmesine imkan yoktu!
Olsun, güzel bir konserdi, çok eğlenmiştik.
Merchandise standınızda gördüm ki her şeyinizi remaster edip yeniden çıkartmışsınız. Zamanında Almanya sokaklarında fellik fellik aradığım Alien EP’sini görünce kötü oldum! Tankwart’lar falan…
Evet, ama sadece Noise Records’dan çıkartmış olduğumuz her şeyi yeniden sürdük piyasaya.
Yani albümünüz The Beauty and the Beer’a koymadığınız, bir sonraki albüm için şarkılarınız var mı halihazırda?
Yok valla, ne varsa buna koyduk! :) Biz öyle çok fazla üretimde bulunmuyoruz, en iyi baskı altındayken çalışıyoruz. Yani yeni albümün çıkma tarihi yaklaştıkça daha üretici ve çalışkan oluyoruz! Önümüzdeki yıl Tankard’ın kuruluşunun 25’inci yılı olacağından zaten bir Best Of çıkacak önce. Çift CD’den oluşan bir set olacak aslında, yani bir Best Of, bir de Tribute albüm.
Kimler olacak Tribute’ta?
Mesela Sacred Steel, Wheeler, Paragon…
25 yıl kutlaması sonrasında ne yapacak Tankard? Daha nereye kadar gider bu? Ben buraya gelmeden önce bir arkadaş dedi ki “Tankard mı? Hala dağılmadı mı onlar?”. Ne diyorsun buna? :)
Hahaha, henüz dağılmıyoruz! Zevk verdiği sürece de devam eder bu. Gerçi bazen zor oluyor tabii, artık grup elemanlarının çoğunun ailesi, çocukları var, turnelerde bazen bu zorluk yaratıyor. Tur hayatı da desen yorucu, artık eskisi kadar içemiyorum da, her şeyin bir sınırı var canım. Abartmıyoruz artık hiçbir şekilde. Bak bugün bu ikinci biram sadece.
O anda kafenin sahibi süper şeker hanım shot glass içerisinde rakı getiriyor Gerre’ye! Ben “Ooo, rakı from Istanbul, not ouzo?” diyorum, o da çalışanlarından birinin Türk olduğunu söylüyor, biz muhabbet ederken o arada Gerre dikiyor rakıyı kafaya, yüzünü ekşiterek teşekkür ediyor, ben gülmekten yerlere yatıyorum, derken bin tane fan geliyor gidiyor burada oturmakta olduğumuzu öğrendikçe, imza vermekten başını kaldıramıyor bir süre eleman…O arada bana ve Gerre’ye yine rakı geliyor, kadeh tokuşturup içiyoruz, ben tabii minicik yudumlarla ve hepsini bitirmeyerek, o ise yine ekşimik bir surat ifadesiyle kafaya dikerek. Teşekkür edip “yeter lütfen!” dedikten sonra ve fanlar gidince biz devam ediyoruz sohbete…
Ohoo bin tane şey imzaladın, bari benim de biletimi imzala!
Ver bakiim – oha! 20 Euro mu??? Amma pahalıymış!!!
Sen bir de bana sor!
Önceden haber verseydin ya, seni davetli listesine koyardık!!!
Ne biliim, geleceğim belli değildi ki! (O sırada bileti imzalar.) Yaa bana da küçük Tankard (bira bardağı) çiz! Herkese çizdin!
Yahu çizdim ya!
Aaa iğrenç çizmişsin, anlaşılmıyor resmen! Neyse ya, anlatsana en son Türkiye konseri nasıldı?
Rock Station süperdi! Üç yıl önceydi, harika geçti konser!! Oradan bir de hatun vardı, ama telefonunu kaybettim…
Magazine gireyim o zaman - şimdi kimse var mı?
Yok! Gayet boşum! (İlgililere duyurulur!)
Başka nelerle uğraşıyorsun müzik yapmadığın zaman?
Uyuşturucu bağımlılarıyla çalışıyorum, kontrollü bir ortamda tutuyoruz onları, steril bir ortamda en azından ölüm risklerini ortadan kaldırmış oluyoruz...
Sosyal çalışansın yani. Çok güzel ama çok da ağır bir iş olsa gerek. Onca insani trajedi seni etkilemiyor mu?
Etkiliyor ama o hikayeleri asla eve taşımamalısın, orada kalmalı, yoksa yapamazsın zaten…
Bu arada yine burada olduğumuzu duymuş fanlar geliyor, habire mont imzalamaktan, resim çektirmekten Gerre’yle muhabbetimiz bölünüyor, zaten de artık konser zamanı yaklaştığından biraz huzursuzlanıyor…Bitmek bilmeyen fanlar gittikten sonra yan masamızdaki Amerikalı tonton ihtiyarlar merak ediyorlar bu ilginin sebebini, Gerre de kısaca anlatıyor. Ben kendilerinden bizim resmimizi çekmelerini rica ediyorum, çekiyorlar, biz tabii horned hand filan pozları veriyoruz, Amerikalılar “Hah! Bunun ne demek olduğunu bir açıklayın yahu bize!” diyorlar, anlatıyoruz, sonra da biz onların resimlerini çekiyoruz gülüşerek ve artık mekana dönmeye karar veriyoruz. Saate bakıyorum, bir saat oturmuşuz Gerre ile dışarıda, sahne almalarına gerçekten az vakit kalmış. Yolda daha geyik çevirmeye devam ediyoruz, Almancamı falan soruyor nereden diye, ben diyorum böyle böyle. Exodus’la yaptıkları turneden bahsediyoruz, ayrıca sevdiği ve bu aralar dinlediği gruplardan (neredeyse hepsi oldschool gruplar tabii) ve elbette ki Eintracht Frankfurt’tan da! Bununla ilgili bir de plan yapıyoruz ama şimdi ne olduğunu söylemicem haha!
Mekanda Gerre ile vedalaşıyorum, çünkü son metroya yetişmek için konserin ortasında dönmek zorunda kalacağım. Sonra bir tur atıyorum içeride, bakıyorum sapık gitmiş, rahat bir nefes alıp bir köşeye kuruluyorum. Sahnede Despise var şimdi, hatun basçı gayet cool takılıyor, ilk gruptan çok daha iyiler ama artık insinler istiyorum çünkü program çok sarkmış vaziyette ve ben huysuzlanıyorum artık. Daha bunun changeover’ı var, ohoo diye bekliyorum. Yaklaşık 40 dakikalık bir gecikmeyle nihayet Tankard sahne alıyor.
Tam anlamıyla bir inferno başlıyor bununla birlikte! Yunanistan’da metal ruhu hiç ama hiç ölmemiş – canım kardeşlerim benim!!! Mekanı hıncahınç doldurmuş olan tayfanın hiçbiri yerinde durmuyor, bir anda bütün mekan koca bir moshpit’e dönüşüyor, pogonun kralı dönüyor, crowdsurf yapan tipler yere bile inemiyor, oradan oraya yüzüyorlar kalabalığın elleri üzerinde! Tebrik etmek istiyorum bu tayfayı ben, kesinlikle özlediğimiz görüntüler bunlar!!!
Bir ara biri omzuma dokunuyor – büfeci! Gelmiş “Ben gidiyorum, istersen bırakiim seni de?” diyor, “Haha, sağol, ben meşgulüm daha!” diyorum ve güle güle dedikten sonra yine konsere yoğunlaşıyorum. İnanılmaz iyi bir sound ve harika bir atmosfer var ama benim gitme saatim yaklaşıyor, kahretsin! Oysa Tankard sahnenin tozunu öyle bir atmakta ve zaten dokunsan gaza gelecek fanları öyle bir ateşlemekte ki akıllara durgunluk veriyor.
Yaklaşık kırk dakika ancak izleyebiliyorum kendilerini, ve sonra küfür ede ede terkeyliyorum mekanı, bir kez olsun “Emptyy Tankarddd! Empty Tankard!!!” diye bağıramamış olarak! Ama olsun, izlediğim süre içerisinde duyduğum haz birkaç İstanbul konserinin toplamına bile bedel.
Yine de metroyu beklerken harcadığım her dakika için “bunu da konserde harcayabilirdim daha” diye hayıflanıyorum. Son günlerim olduğu ve para suyunu çektiği için bu zaten çok pahalı olan şehirde taksi olayını hiç göze almamıştım bile. Oysa ertesi gün bir tek taksilerin ucuz olduğunu öğreniyor ve kendime lanet ediyorum!! Olsun yahu, macera oldu diyerek bu travmayı da atlatıyorum ve Aralık ayını beklemeye başlıyorum…
Ve işte çok geç kaleme alınmış ve yazılana kadar detayların birçoğu unutulmuş bir yazının daha sonuna geldik, huyum kurusun. Bari stay heavy demeyi unutmayayım.
Seyda “Abigail” Babaoğlu
Yorumlar
Yorum Gönder