Behemoth Konseri 2005
Deli Kasap için yazıldı:
BEHEMOTH ile İstanbul günleri
Hah yahu, sonunda adam gibi Black metal grupları ülkemizi ziyaret etmeye başladı. Marduk’tan sonra (Ağrı Kesici dergisinde okuyabilirsiniz) Behemoth’u da Onur (Sabuncu) ile birlikte ağırlayacaktık. Bakalım Marduk’un elemanları gibi hoş insanlar mı bunlar da derken daha da şirin, daha da sıcakkanlı çıktılar. Eh, Slavlar İskandinavlara göre daha eğlenceli, daha geyik ve komikmiş, belli oldu (hemen karara varanlar!). Ama baştan başlayalım.
Behemoth’u havaalanında Onur karşılamış ve Taksim’deki otellerine yerleştirmişti. Akşam İstiklal’de buluştuk. Collezione önünde Behemoth’u beklerken saçma hissettim, ne biliim, orada arkadaş beklenir, sevgili beklenir de black metal grubu beklenmez! :) Neyse, bir baktım ki siyah bir topluluk geliyor, ben de aralarına süzüldüm ve daha tanışırken bile içten gülümseyen sıcak yüzler ve sıkı tokalaşmalar olumlu puanlarımı topladı.
Tünel’deki Konak’a gittik oturduk. Normalde her zaman okuldan sonra yemek yediğimiz yerde bu sefer karşımda örtmen arkadaşlarımdan biri değil, Nergal oturuyordu. Onda ilk dikkatimi çeken inanılmaz meraklı, aynı zamanda muzip bakan gözleriydi. Grubun sağlıklısı ve sigara içmeyeni, kendine her konuda dikkat edeni o. Diğerleri koyvermiş “aramızdan birinin sağlığına dikkat etmesi yeter” diye.
Solumda oturan Orion’un “Size özel bir alkollü içeceğiniz var mı?” sorusuna “Rakı” diye karşılık verdiğimde “O ne?” dedi, on saat anlatacağıma “Uzo bilir misin?” dedim, “Kalsın!” diyip “HarHarHar” şeklindeki, takip eden saat ve günlerde hastası olacağım voriyır gülüşü mü diyim, ayı gülüşü mü diyim, işte ondan güldü. (Türkçem güzel, evet!)
Yemek zevkli geçti, bir sürü soruyu cevaplarken (Nergal, “Sizin bir Black Metal grubunuz vardı, Ebonsight, o nooldu?” filan gibi şeylerle birlikte akla gelebilecek her konuda soru soruyordu) King Diamond muhabbeti açmayı ihmal etmedim artık geleneğim olduğu üzre. Nergal de onunla ilgili kendi anılarını anlattı falan, o arada elbette olmazsa olmazı yaptım ve cüzdanımdaki King fotoğrafımı çıkartıp “baak” yaptım filan, işte böyle hoşça vakit geçirdik.
“Nergal’cım, bu sağlık tripleri pek evil gelmedi bana, şeytan’dan ne haber, onu de bakiim sen” dediğimde, “Daha bugün konuştuk, bana şöyle dedi, böyle dedi” diyerekten geyiğe başladı. Harhar, horhor güldük, sonra hesaplarımızı ödeyip çıktık.
İçerideyken bir muhabbet esnasında “Ya sizde bu sarmaş dolaş yürüyen adamlar ne ayak, gay diilmişler galiba dimi?” diye sormuşlardı, biz de “Genelde diiller, daha çok bir kankalık, bradırhuud ifadesi o” filan dediydik. Şimdi dışarıda “Bakın, Türk olduk biz! Yürüyün kankalar!” diye hepsi ipe dizilmiş inciler gibi birbirine sarılıp yürümeye başladılar. Acaip komikti. Hele ki o haldeyken bir iç çamaşırcı vitrininin önünde durup dantelli mantelli çamaşırlara kitlendiklerinde hemen foto makinesini çıkartıp o anı yakaladım.
Daha sonra yine ayrılıp tekme tokat birbirlerine giriştiklerinde “Bizde kankalık böyle ifade ediliyor, harharhar!” oldular. Özellikle Orion ve Seth birbirlerine çok bağlı. Sürekli birbirlerine kafa göz giriyorlar! :)
Benim ertesi gün iş olduğu için o akşam Dorock faslına katılmadım, Onur onları Collateral Damage izlemeye götürdü. Çok eğlenmişler dediğine göre. Zaten grup genelde bildiğin klasik metalci, eskilerden mesela Judas falan çalsın hastasılarmış, dolayısıyla Collateral onlara iyi vakit geçirtmiş.
Ertesi gün iş çıkışı saat 14.00’te gittim otele, Onur’la beraber grubu aldık ve özel minibüsümüzle Sultanahmet’e götürdük. Yağmur damlalarla falan uğraşmıyor, direk komple kütle halinde iniyordu ve donuyorduk. O haldeyken Sultanahmet’te ilk işimiz sosisli yemek oldu! Sırılsıklam, ama doymuş olarak önce Sultanahmet meydanında dolaştık. O arada sürekli fotoğraf çekiyor ve her şeyi, bilgi veren beni de, kameraya kaydediyorlardı. Sonra ayakkabıları çıkararak pıç pıç sulara basıp çorapları hoşafa çevirdik cami’ye girmek için. Orada da kültür tarih merakının rafine örneklerini sergilediler bize. Son derece saygılılardı, yine her şeyin sayısız resmini çekerken asla en ufak bir gülüşme veya taşkınlık yapmak akıllarından bile geçmedi. Orada geçen uzunca bir zamandan sonra ıslak çoraplı ayaklarımızı tekrar postallarımıza sokup Aya Sofya’ya geçtik. Orada da her şey didik didik gezildi. Nergal’ın zaten tarih okumuşluğu var (Gdansk üniversitesinde bu konuda master yapmış), o yüzden beraberce mozaiklere filan hayranlıkla bakıp muhabbet ettik. Son derece zevkliydi.
Sonrasında vaktimiz vardı hala, bir de Yerebatan ziyareti yaptık o yüzden. Her grup gibi onlar da “vaov!” oldular aşağı indiklerinde. Orası da gezildi, Medusalar görüldü, dilekler dilendi ve yine çıkıldı.
Artık Sultanahmet’ten ayrılma vakti gelmişti. Minibüsümüze bindiğimizde dünyada daha güzel bir şey olamaz herhalde dedim – sıcaktı! OH!
Yemek yemek lazımdı artık, biz de yine Konak’a gittik, bu sefer Galatasaray’dakine. Orada da artık sık sık okul sonrası yemeklerden dolayı tanınmış bir sima olduğumdan “Ooo, hoş geldiniz”lerle karşıladı garsonlar, ama yemek yemekte olan iki mal “Öff, bunlarla aynı havayı mı soluyacağız şimdi!” dediler biz yanlarından geçerken. Dönüp ters baktım, sustular. Yahu insanlar başkalarına laf etmeden hiç mi kendine bakmaz önce!
Neyse, biz oturduk ve yine gelsindi kebaplar! Inferno her davulcu gibi çok beslenmesi gereken bir arkadaştı ama duble döneri geçikti önce. Ben o arada herkesi Beyti’mle besledim, bayıldılar.
Bu arada ne kadar centilmen olduklarından bahsetmiş miydim? Çok dikkatliydiler bu tip konularda. Nergal, “yanımızda bayanlar varken konuşmalarımıza bile dikkat etmeye çalışıyoruz” diyordu, ama ben “ben burada nelere alıştım bilseniz, rahat olun” diyince kendi dillerinde bilumum “önemli” kelime de öğrettiler bana! Kurva! :)
Akşam tekrar buluşacaktık, o zamana kadar otelde bir dinlensinler diye onları oraya bıraktık. Sonra zamanı gelince otele gittik. Aslında o gece To Die For mu ne, kötü müzik yapan bir grup var ya (:P), o çıkacaktı Bronx’ta ve Behemoth önceleri “bi gidip baksak mı, mekanı ve soundu görmüş olurduk” falan diyorlardı. Ama biz otele vardığımızda o grup halen lobide takılmakta (aynı otelde kalıyorlardı) ve fanlarıyla fotoğraf çekilmekteydiler. Foto esnasında kendi koltuk gruplarından kalkıp diğerine gitmişlerdi belli ki poz vermek için, çünkü montları duruyordu, ama biz boş bulduğumuz yere kurulduk, Behemoth’u beklemeye başladık. Bunu gören grubun vokali (Yüxexes programında ful sarhoş olup poster yalayan vokaldi dimi?) baktı, ben de “Yerinizi mi aldık?” diye sordum, bir anda “Ha yok, hayır oturun canım”a çevirdi olayı.
O sırada Orion falan inmişlerdi. Ben yakasına yapıştım “Nolur bu berbat müziği dinlemeye gitmeyelim, nooloarrr!!!” diye. Yüzünde o yaramaz çocuk sırıtışı belirdi ve “Harharhar, bana uyar!” oldu. Nergal de okeyini verince (zaten daha grup gidecekti de çalacaktı da, ohoo, hiç kalkacakmışlar gibi görünmüyorlardı) ben de “aylavyu ulan harikasınız” dedim, Nergal da “How nice!” diye karşı sevinç gösterdi ve kendimizi direkman metale vermeye karar verdik, Dorock’a gittik. Bir süre oturacak yer konusunda sıkıntı yaşadık, oradan oraya geçtik, ama sonunda yerleştik, tam ortaya! TV seyreder gibi klipleri izlemeye başladık, ama Seth bir süre sonra kıpırdanıp eğlenceyi kendi eline almaya başladı, saçlarını şekilden şekle sokarak çeşitli grupların taklitlerini yapmaya başladı. Daha sonra Electric Circus başladı, onları izledik, eğlendik, muhabbet ettik, Nergal’e “Çıkın yahu bir kuple bir şey çalın” diye ısrar ettik, o da “Yaa banene çalmiycam işte” diye ısrar etti, baskı yaptık falan, mırın kırın etti ama ısrarlara maalesef dayandı. Gece yine de çok eğlenceli geçti. Çalmassan çalma allalla ya! :P
Ertesi gün Akmar planı vardı. Ben bir Anadolu yakası oturanı olarak tayfayla Kadıköy’de buluşmayı tercih etmiştim. Evet, bu sefer de vapur iskelesinde Behemoth bekliyordum! :)
Tayfa geldi, yanlarında bir de Yunanlı WEB grubundan 3 eleman vardı. Harahoro Akmar’a gittik, ben Hammer’da, Atlantis’te kankaları görmekten mutlu oldum, grup elemanları tişört, sidi neyin baktılar, öyle biraz vakit geçirdik. Sonra tekrar tıkınmaya geldi sıra, gittik otantik görünümlü adını bilmediğim bir mantıcıya ve orada dışarıya oturduk, hava müsait gibiydi. O sırada yanımıza gelen küçük mendilci kız ile Nergal’in muhabbeti tam bir filmdi! Aralarında tercüman olarak buldum kendimi bir anda üstelik! Şeytan’dan daha bihaber olan 9 yaşındaki kızcığa mosh öğretip “Şeytan, yeah!” dedirtti durdu. Çocuk da bunu eğlenceli bir oyunmuş gibi benimsedi ve Satan yavrusu kesildi başımıza! (Sahnede seyirciye yaptırdığı “Şeytan! Yeah!” muhabbeti de buradan çıktı zaten). Kızın bir ara Nergal’in “Büyüyünce seninle evlenirim” demesini reddetmesi de süper bir hareketti, haha!
Yimahtan sonra (mantı çok sevildi) oradaki bir şapkacıda Nergal en gerizekalı görünümlü şapka ve eldivenleri takıp ortamı şenlendirmeyi ihmal etmedi. Bütün olanlar tabiî ki yine handycam’le kaydediliyordu. Nergal bana dönüp “Seksi oldum mu?” diye sordu kafasındaki ponponlu tanımsız şeyle ve gökkuşağı eldivenleriyle, “Hmm, doğrusu daha seksi olunamaz herhalde!” dedim, sonra acele koşturduk yine vapurlara doğru.
Güya soundcheck’e yetişmek istiyorduk ve bu yüzden acele ediyorduk. Ama Nergal ve 2-3 tanesi daha kafalarına göre, sorup etmeden ve önden koşturarak Eminönü vapuruna atlayınca biz de arkalarından “Hoo! Höyyy! Hemen atlayın tekrar iskeleye! Yanlış gemi aloo!” şeklinde serzenişte bulunduk. Elemanlar şaşırmış şekilde gerisin geri atladılar, ama bu sefer de kapılar kapanmıştı, aramıza camlar girmişti. Taa öbür taraftan dolaşıp içeri girebildiler tekrar. Ama Nergal sadece sırıtıyor ve “Olsun, macera oldu, ehehe!” diyordu. Neyse, olan oldu diye oturduk ve beklemeye koyulduk. O arada resimler çekildik falan ve sonra vapurumuz geldi.
Yukarıda dışarıya oturduk birçoğu sigara içtiği için. Yunanlı çocuklar da manzaranın tadını çıkardı, ne de olsa Sultanahmet’i falan görememişlerdi. Karaköy – Tünel ve otel yapıldı. Otelde onlar eşyalarını aşağı indirirlerken ben de case’lerden birinin üstündeki King Diamond çıkartmasına hasta oldum, resmini çektim, harhar! :)
Sonra ben grubu alıp Bronx’a götürdüm. Onur ve Nergal sonra geleceklerdi. Konser Beyoğlu’nda bomba düşmüş soundu hakimken (Çeviri: ortalık çamur içindeyken ve yeni kaldırımlar henüz ortada yokken) yapıldığı için balçık denizini aşarak taşındı gitarlar falan. Beklemekte olan fan güruhunun yanından geçtik ve içeri girdik, girer girmez de kurulum başladı. Ben bu sırada tercümanlık yaptım grubun ihtiyacı olan alet edevat konusunda, ve soundcheck başladı.
İnsanlar içeri alınmaya başladıklarında biz de mutfağı backstage’e çevirmiştik ve giyinme ya da daha ziyade ”silah kuşanma” ritüeline benzeyen kısımdan sonra yan yatırılmış boy aynasında makyaj faslı başlamıştı. Makyajları muhteşemdi, zaten hastasıyım olayın ama onlarınki gerçekten de ayrı bir inanılmaz. Gözümün önünde bu çok sevimli, çok hoş ve sıcak ve komik çocuklar birer pisliğe (tehlikeli derecede güzel ve gözalıcı anlamında kullanıyorum :)) dönüştüler. Seth, makyajı bitince ve giyip kuşandığı alet edevatla bir de altın şaçlarını açıp tarayınca Onur’un daha önce “glam guy” diye dalga geçmesine rağmen muhteşem bir görüntü elde etti. Nergal karizmanın kralı zaten, bir de sahne hali alınca beter oldu! Pek konuşmayan, sessiz sakin Inferno içindeki hayvanla uyumlu bir görüntü elde etti tüm hazırlıkların sonunda. (Hatta metalci pozlar çektik, orada o kadar metalci ki kafayı arkaya atmaktan kafa yokolmuş! :) O resmi koyarlar umarım buraya…Arkadaki karton kutulara falan dikkat bu arada! O anda binbir şaklanbanlık yaptığımız için ben yine sırıtık vaziyetteyim tabi). Orion da dünya güzeli birşey oldu ve hayvan bas’ıyla sahnede büyüledi.
Her zaman olduğu gibi konseri anlatmayı es geçiyorum. Bunu zaten yapanlar var, ben bildiğiniz üzre sahne arkası, kenarı ve ötesi gibi şeyler anlatıyorum. Ama söylemeden edemeyeceğim, kendi adıma çok eğlendim. Aslında baştan arkaya çekilmiştim, rahat rahat izleyeyim diye. Biramı yudumlarken bir baktım kafası gayet ve fazlasıyla güzel Tanju (Can) bir anda geldi ve “Hadi bakalım gidiyoruuuz!” diye beni kaptığı gibi moshpit’e sürükledi. Yolda birinin eline “Al, bira!” diye daha dopdolu bardağımı tutuşturdum ve sonra Enis, Hakan ve bilumum kankanın arasında buldum kendimi. Oradan oraya salınarak bağırdık, böğürdük, Nergal’le gözgöze evil suratlar yaptık filan, eldivenlerimi kaybettim, eh, o kadar eğlenceden sonra da yeter yahu diye attım kendimi pit’ten dışarı yine.
Ve zaman geçti, konser bitti, herkes gitti. Herkes mi? Tabiî ki hayır! Grup olur da deli fan olmaz mı? Bir tanesi soyunma odasına geldi tutturdu pena diye. Yahu yok diyor adamlar, kalmadı. Bu sefer bana döndü pena diye. Ulan naapiim, dükkandan alıp üzerine behemot mu yaziim diyorum, yine gitmiyor. Al adamları veriim dedim istemedi. İlle pena. Zor gitti. Elemanı her hafta Dorock’ta görüyorum şimdi. Şımarık bişey. Buradan el salliim ona! :)
Herneyse, çıktık ve tabiî ki sahnede terlemiş, enerji kaybetmiş olan grup – evet, bildiniz! – yemek istedi. Ayvalık tostçusu’na girdik, adrenalin manyağı olmuş Nergal yerinde zor duruyordu. Daha bara gidelim edelim tribindeydi. Tamamdı bizce de. Ama Orion’a çok üzüldüm. Şerefsizin biri büyük babasının yaptığı ve babasına verdiği, ondan da Orion’a geçen kemeri bis sırasında yürütmüştü çünkü. Çok ama çok morali bozuktu, insanlar bunu niye yapar anlamıyorum diyordu.
Dorock’a gittik nitekim ve Cumartesi gecesi olduğundan Murder King çalacaktı. Ortalık sıkışıktı gayet ama yine yerleşecek bir yer bulduk. Biralar söylendi, Onur’un doğumgünü kutlandı, muhabbet devam etti.
Maalesef ben gecenin sonuna kadar kalamadım, özel bir durumum vardı, dolayısıyla hepsiyle vedalaşıp mekandan ayrıldım.
Ertesi gün Ankara’ya gidecek olan grup Onur’un dediğine göre 3 saatlik bir uykuyla yetinmiş. Aferin onlara. Ve de Ankara konseri’nde de dur durak bilmeden koşturan Onur ve diğer çalışanlara, bu konserlerin gerçekleşmesini sağlayan herkese. Daha Behemoth gibi nice güzide black grubunu izleme şansına nail oluruz umarım!
İşte benim diyeceklerim bu kadar. (Not alan bir kişi olsaydım daha da detay yazardım ama dua edin üzerinden zaman geçti de yazıyorum! :P). Bu arada Onur’un anılarını da Ağrı Kesici’nin 2 no.lu sayısında okuyabilirsiniz.
Hadi şimdi ben Helloween’le buluşmaya gidiyorum.
Stay heavy dedim ve kaçtım!
Seyda “Abigail” Babaoğlu
Not: İzmir’den gelen arkadaşlara verdiği röportajda Nergal’in en çok kullandığı kelimenin (ki zaten susmuyor) “you know” olduğunu idrak ettik. “You know - you know?” ise pes dedirten bir cümleydi! :) (Bilen bilir: Slayer’ın War at the Warfield DVD’sindeki bir fan’ı anımsattı…).
Özel not: Takvimimde o hafta için yaptığım işaretlemelere bakıyorum da yuh dedim. “Sınavları oku” ve “Çırağan’da Brunch” hatırlatmaları arasındaki günlerde “Behemoth” yazıyor. Kişilik bölünmesine koş!!! Ama şizofren miyim? Yoo. Biz çok normaliz. :)
BEHEMOTH ile İstanbul günleri
Hah yahu, sonunda adam gibi Black metal grupları ülkemizi ziyaret etmeye başladı. Marduk’tan sonra (Ağrı Kesici dergisinde okuyabilirsiniz) Behemoth’u da Onur (Sabuncu) ile birlikte ağırlayacaktık. Bakalım Marduk’un elemanları gibi hoş insanlar mı bunlar da derken daha da şirin, daha da sıcakkanlı çıktılar. Eh, Slavlar İskandinavlara göre daha eğlenceli, daha geyik ve komikmiş, belli oldu (hemen karara varanlar!). Ama baştan başlayalım.
Behemoth’u havaalanında Onur karşılamış ve Taksim’deki otellerine yerleştirmişti. Akşam İstiklal’de buluştuk. Collezione önünde Behemoth’u beklerken saçma hissettim, ne biliim, orada arkadaş beklenir, sevgili beklenir de black metal grubu beklenmez! :) Neyse, bir baktım ki siyah bir topluluk geliyor, ben de aralarına süzüldüm ve daha tanışırken bile içten gülümseyen sıcak yüzler ve sıkı tokalaşmalar olumlu puanlarımı topladı.
Tünel’deki Konak’a gittik oturduk. Normalde her zaman okuldan sonra yemek yediğimiz yerde bu sefer karşımda örtmen arkadaşlarımdan biri değil, Nergal oturuyordu. Onda ilk dikkatimi çeken inanılmaz meraklı, aynı zamanda muzip bakan gözleriydi. Grubun sağlıklısı ve sigara içmeyeni, kendine her konuda dikkat edeni o. Diğerleri koyvermiş “aramızdan birinin sağlığına dikkat etmesi yeter” diye.
Solumda oturan Orion’un “Size özel bir alkollü içeceğiniz var mı?” sorusuna “Rakı” diye karşılık verdiğimde “O ne?” dedi, on saat anlatacağıma “Uzo bilir misin?” dedim, “Kalsın!” diyip “HarHarHar” şeklindeki, takip eden saat ve günlerde hastası olacağım voriyır gülüşü mü diyim, ayı gülüşü mü diyim, işte ondan güldü. (Türkçem güzel, evet!)
Yemek zevkli geçti, bir sürü soruyu cevaplarken (Nergal, “Sizin bir Black Metal grubunuz vardı, Ebonsight, o nooldu?” filan gibi şeylerle birlikte akla gelebilecek her konuda soru soruyordu) King Diamond muhabbeti açmayı ihmal etmedim artık geleneğim olduğu üzre. Nergal de onunla ilgili kendi anılarını anlattı falan, o arada elbette olmazsa olmazı yaptım ve cüzdanımdaki King fotoğrafımı çıkartıp “baak” yaptım filan, işte böyle hoşça vakit geçirdik.
“Nergal’cım, bu sağlık tripleri pek evil gelmedi bana, şeytan’dan ne haber, onu de bakiim sen” dediğimde, “Daha bugün konuştuk, bana şöyle dedi, böyle dedi” diyerekten geyiğe başladı. Harhar, horhor güldük, sonra hesaplarımızı ödeyip çıktık.
İçerideyken bir muhabbet esnasında “Ya sizde bu sarmaş dolaş yürüyen adamlar ne ayak, gay diilmişler galiba dimi?” diye sormuşlardı, biz de “Genelde diiller, daha çok bir kankalık, bradırhuud ifadesi o” filan dediydik. Şimdi dışarıda “Bakın, Türk olduk biz! Yürüyün kankalar!” diye hepsi ipe dizilmiş inciler gibi birbirine sarılıp yürümeye başladılar. Acaip komikti. Hele ki o haldeyken bir iç çamaşırcı vitrininin önünde durup dantelli mantelli çamaşırlara kitlendiklerinde hemen foto makinesini çıkartıp o anı yakaladım.
Daha sonra yine ayrılıp tekme tokat birbirlerine giriştiklerinde “Bizde kankalık böyle ifade ediliyor, harharhar!” oldular. Özellikle Orion ve Seth birbirlerine çok bağlı. Sürekli birbirlerine kafa göz giriyorlar! :)
Benim ertesi gün iş olduğu için o akşam Dorock faslına katılmadım, Onur onları Collateral Damage izlemeye götürdü. Çok eğlenmişler dediğine göre. Zaten grup genelde bildiğin klasik metalci, eskilerden mesela Judas falan çalsın hastasılarmış, dolayısıyla Collateral onlara iyi vakit geçirtmiş.
Ertesi gün iş çıkışı saat 14.00’te gittim otele, Onur’la beraber grubu aldık ve özel minibüsümüzle Sultanahmet’e götürdük. Yağmur damlalarla falan uğraşmıyor, direk komple kütle halinde iniyordu ve donuyorduk. O haldeyken Sultanahmet’te ilk işimiz sosisli yemek oldu! Sırılsıklam, ama doymuş olarak önce Sultanahmet meydanında dolaştık. O arada sürekli fotoğraf çekiyor ve her şeyi, bilgi veren beni de, kameraya kaydediyorlardı. Sonra ayakkabıları çıkararak pıç pıç sulara basıp çorapları hoşafa çevirdik cami’ye girmek için. Orada da kültür tarih merakının rafine örneklerini sergilediler bize. Son derece saygılılardı, yine her şeyin sayısız resmini çekerken asla en ufak bir gülüşme veya taşkınlık yapmak akıllarından bile geçmedi. Orada geçen uzunca bir zamandan sonra ıslak çoraplı ayaklarımızı tekrar postallarımıza sokup Aya Sofya’ya geçtik. Orada da her şey didik didik gezildi. Nergal’ın zaten tarih okumuşluğu var (Gdansk üniversitesinde bu konuda master yapmış), o yüzden beraberce mozaiklere filan hayranlıkla bakıp muhabbet ettik. Son derece zevkliydi.
Sonrasında vaktimiz vardı hala, bir de Yerebatan ziyareti yaptık o yüzden. Her grup gibi onlar da “vaov!” oldular aşağı indiklerinde. Orası da gezildi, Medusalar görüldü, dilekler dilendi ve yine çıkıldı.
Artık Sultanahmet’ten ayrılma vakti gelmişti. Minibüsümüze bindiğimizde dünyada daha güzel bir şey olamaz herhalde dedim – sıcaktı! OH!
Yemek yemek lazımdı artık, biz de yine Konak’a gittik, bu sefer Galatasaray’dakine. Orada da artık sık sık okul sonrası yemeklerden dolayı tanınmış bir sima olduğumdan “Ooo, hoş geldiniz”lerle karşıladı garsonlar, ama yemek yemekte olan iki mal “Öff, bunlarla aynı havayı mı soluyacağız şimdi!” dediler biz yanlarından geçerken. Dönüp ters baktım, sustular. Yahu insanlar başkalarına laf etmeden hiç mi kendine bakmaz önce!
Neyse, biz oturduk ve yine gelsindi kebaplar! Inferno her davulcu gibi çok beslenmesi gereken bir arkadaştı ama duble döneri geçikti önce. Ben o arada herkesi Beyti’mle besledim, bayıldılar.
Bu arada ne kadar centilmen olduklarından bahsetmiş miydim? Çok dikkatliydiler bu tip konularda. Nergal, “yanımızda bayanlar varken konuşmalarımıza bile dikkat etmeye çalışıyoruz” diyordu, ama ben “ben burada nelere alıştım bilseniz, rahat olun” diyince kendi dillerinde bilumum “önemli” kelime de öğrettiler bana! Kurva! :)
Akşam tekrar buluşacaktık, o zamana kadar otelde bir dinlensinler diye onları oraya bıraktık. Sonra zamanı gelince otele gittik. Aslında o gece To Die For mu ne, kötü müzik yapan bir grup var ya (:P), o çıkacaktı Bronx’ta ve Behemoth önceleri “bi gidip baksak mı, mekanı ve soundu görmüş olurduk” falan diyorlardı. Ama biz otele vardığımızda o grup halen lobide takılmakta (aynı otelde kalıyorlardı) ve fanlarıyla fotoğraf çekilmekteydiler. Foto esnasında kendi koltuk gruplarından kalkıp diğerine gitmişlerdi belli ki poz vermek için, çünkü montları duruyordu, ama biz boş bulduğumuz yere kurulduk, Behemoth’u beklemeye başladık. Bunu gören grubun vokali (Yüxexes programında ful sarhoş olup poster yalayan vokaldi dimi?) baktı, ben de “Yerinizi mi aldık?” diye sordum, bir anda “Ha yok, hayır oturun canım”a çevirdi olayı.
O sırada Orion falan inmişlerdi. Ben yakasına yapıştım “Nolur bu berbat müziği dinlemeye gitmeyelim, nooloarrr!!!” diye. Yüzünde o yaramaz çocuk sırıtışı belirdi ve “Harharhar, bana uyar!” oldu. Nergal de okeyini verince (zaten daha grup gidecekti de çalacaktı da, ohoo, hiç kalkacakmışlar gibi görünmüyorlardı) ben de “aylavyu ulan harikasınız” dedim, Nergal da “How nice!” diye karşı sevinç gösterdi ve kendimizi direkman metale vermeye karar verdik, Dorock’a gittik. Bir süre oturacak yer konusunda sıkıntı yaşadık, oradan oraya geçtik, ama sonunda yerleştik, tam ortaya! TV seyreder gibi klipleri izlemeye başladık, ama Seth bir süre sonra kıpırdanıp eğlenceyi kendi eline almaya başladı, saçlarını şekilden şekle sokarak çeşitli grupların taklitlerini yapmaya başladı. Daha sonra Electric Circus başladı, onları izledik, eğlendik, muhabbet ettik, Nergal’e “Çıkın yahu bir kuple bir şey çalın” diye ısrar ettik, o da “Yaa banene çalmiycam işte” diye ısrar etti, baskı yaptık falan, mırın kırın etti ama ısrarlara maalesef dayandı. Gece yine de çok eğlenceli geçti. Çalmassan çalma allalla ya! :P
Ertesi gün Akmar planı vardı. Ben bir Anadolu yakası oturanı olarak tayfayla Kadıköy’de buluşmayı tercih etmiştim. Evet, bu sefer de vapur iskelesinde Behemoth bekliyordum! :)
Tayfa geldi, yanlarında bir de Yunanlı WEB grubundan 3 eleman vardı. Harahoro Akmar’a gittik, ben Hammer’da, Atlantis’te kankaları görmekten mutlu oldum, grup elemanları tişört, sidi neyin baktılar, öyle biraz vakit geçirdik. Sonra tekrar tıkınmaya geldi sıra, gittik otantik görünümlü adını bilmediğim bir mantıcıya ve orada dışarıya oturduk, hava müsait gibiydi. O sırada yanımıza gelen küçük mendilci kız ile Nergal’in muhabbeti tam bir filmdi! Aralarında tercüman olarak buldum kendimi bir anda üstelik! Şeytan’dan daha bihaber olan 9 yaşındaki kızcığa mosh öğretip “Şeytan, yeah!” dedirtti durdu. Çocuk da bunu eğlenceli bir oyunmuş gibi benimsedi ve Satan yavrusu kesildi başımıza! (Sahnede seyirciye yaptırdığı “Şeytan! Yeah!” muhabbeti de buradan çıktı zaten). Kızın bir ara Nergal’in “Büyüyünce seninle evlenirim” demesini reddetmesi de süper bir hareketti, haha!
Yimahtan sonra (mantı çok sevildi) oradaki bir şapkacıda Nergal en gerizekalı görünümlü şapka ve eldivenleri takıp ortamı şenlendirmeyi ihmal etmedi. Bütün olanlar tabiî ki yine handycam’le kaydediliyordu. Nergal bana dönüp “Seksi oldum mu?” diye sordu kafasındaki ponponlu tanımsız şeyle ve gökkuşağı eldivenleriyle, “Hmm, doğrusu daha seksi olunamaz herhalde!” dedim, sonra acele koşturduk yine vapurlara doğru.
Güya soundcheck’e yetişmek istiyorduk ve bu yüzden acele ediyorduk. Ama Nergal ve 2-3 tanesi daha kafalarına göre, sorup etmeden ve önden koşturarak Eminönü vapuruna atlayınca biz de arkalarından “Hoo! Höyyy! Hemen atlayın tekrar iskeleye! Yanlış gemi aloo!” şeklinde serzenişte bulunduk. Elemanlar şaşırmış şekilde gerisin geri atladılar, ama bu sefer de kapılar kapanmıştı, aramıza camlar girmişti. Taa öbür taraftan dolaşıp içeri girebildiler tekrar. Ama Nergal sadece sırıtıyor ve “Olsun, macera oldu, ehehe!” diyordu. Neyse, olan oldu diye oturduk ve beklemeye koyulduk. O arada resimler çekildik falan ve sonra vapurumuz geldi.
Yukarıda dışarıya oturduk birçoğu sigara içtiği için. Yunanlı çocuklar da manzaranın tadını çıkardı, ne de olsa Sultanahmet’i falan görememişlerdi. Karaköy – Tünel ve otel yapıldı. Otelde onlar eşyalarını aşağı indirirlerken ben de case’lerden birinin üstündeki King Diamond çıkartmasına hasta oldum, resmini çektim, harhar! :)
Sonra ben grubu alıp Bronx’a götürdüm. Onur ve Nergal sonra geleceklerdi. Konser Beyoğlu’nda bomba düşmüş soundu hakimken (Çeviri: ortalık çamur içindeyken ve yeni kaldırımlar henüz ortada yokken) yapıldığı için balçık denizini aşarak taşındı gitarlar falan. Beklemekte olan fan güruhunun yanından geçtik ve içeri girdik, girer girmez de kurulum başladı. Ben bu sırada tercümanlık yaptım grubun ihtiyacı olan alet edevat konusunda, ve soundcheck başladı.
İnsanlar içeri alınmaya başladıklarında biz de mutfağı backstage’e çevirmiştik ve giyinme ya da daha ziyade ”silah kuşanma” ritüeline benzeyen kısımdan sonra yan yatırılmış boy aynasında makyaj faslı başlamıştı. Makyajları muhteşemdi, zaten hastasıyım olayın ama onlarınki gerçekten de ayrı bir inanılmaz. Gözümün önünde bu çok sevimli, çok hoş ve sıcak ve komik çocuklar birer pisliğe (tehlikeli derecede güzel ve gözalıcı anlamında kullanıyorum :)) dönüştüler. Seth, makyajı bitince ve giyip kuşandığı alet edevatla bir de altın şaçlarını açıp tarayınca Onur’un daha önce “glam guy” diye dalga geçmesine rağmen muhteşem bir görüntü elde etti. Nergal karizmanın kralı zaten, bir de sahne hali alınca beter oldu! Pek konuşmayan, sessiz sakin Inferno içindeki hayvanla uyumlu bir görüntü elde etti tüm hazırlıkların sonunda. (Hatta metalci pozlar çektik, orada o kadar metalci ki kafayı arkaya atmaktan kafa yokolmuş! :) O resmi koyarlar umarım buraya…Arkadaki karton kutulara falan dikkat bu arada! O anda binbir şaklanbanlık yaptığımız için ben yine sırıtık vaziyetteyim tabi). Orion da dünya güzeli birşey oldu ve hayvan bas’ıyla sahnede büyüledi.
Her zaman olduğu gibi konseri anlatmayı es geçiyorum. Bunu zaten yapanlar var, ben bildiğiniz üzre sahne arkası, kenarı ve ötesi gibi şeyler anlatıyorum. Ama söylemeden edemeyeceğim, kendi adıma çok eğlendim. Aslında baştan arkaya çekilmiştim, rahat rahat izleyeyim diye. Biramı yudumlarken bir baktım kafası gayet ve fazlasıyla güzel Tanju (Can) bir anda geldi ve “Hadi bakalım gidiyoruuuz!” diye beni kaptığı gibi moshpit’e sürükledi. Yolda birinin eline “Al, bira!” diye daha dopdolu bardağımı tutuşturdum ve sonra Enis, Hakan ve bilumum kankanın arasında buldum kendimi. Oradan oraya salınarak bağırdık, böğürdük, Nergal’le gözgöze evil suratlar yaptık filan, eldivenlerimi kaybettim, eh, o kadar eğlenceden sonra da yeter yahu diye attım kendimi pit’ten dışarı yine.
Ve zaman geçti, konser bitti, herkes gitti. Herkes mi? Tabiî ki hayır! Grup olur da deli fan olmaz mı? Bir tanesi soyunma odasına geldi tutturdu pena diye. Yahu yok diyor adamlar, kalmadı. Bu sefer bana döndü pena diye. Ulan naapiim, dükkandan alıp üzerine behemot mu yaziim diyorum, yine gitmiyor. Al adamları veriim dedim istemedi. İlle pena. Zor gitti. Elemanı her hafta Dorock’ta görüyorum şimdi. Şımarık bişey. Buradan el salliim ona! :)
Herneyse, çıktık ve tabiî ki sahnede terlemiş, enerji kaybetmiş olan grup – evet, bildiniz! – yemek istedi. Ayvalık tostçusu’na girdik, adrenalin manyağı olmuş Nergal yerinde zor duruyordu. Daha bara gidelim edelim tribindeydi. Tamamdı bizce de. Ama Orion’a çok üzüldüm. Şerefsizin biri büyük babasının yaptığı ve babasına verdiği, ondan da Orion’a geçen kemeri bis sırasında yürütmüştü çünkü. Çok ama çok morali bozuktu, insanlar bunu niye yapar anlamıyorum diyordu.
Dorock’a gittik nitekim ve Cumartesi gecesi olduğundan Murder King çalacaktı. Ortalık sıkışıktı gayet ama yine yerleşecek bir yer bulduk. Biralar söylendi, Onur’un doğumgünü kutlandı, muhabbet devam etti.
Maalesef ben gecenin sonuna kadar kalamadım, özel bir durumum vardı, dolayısıyla hepsiyle vedalaşıp mekandan ayrıldım.
Ertesi gün Ankara’ya gidecek olan grup Onur’un dediğine göre 3 saatlik bir uykuyla yetinmiş. Aferin onlara. Ve de Ankara konseri’nde de dur durak bilmeden koşturan Onur ve diğer çalışanlara, bu konserlerin gerçekleşmesini sağlayan herkese. Daha Behemoth gibi nice güzide black grubunu izleme şansına nail oluruz umarım!
İşte benim diyeceklerim bu kadar. (Not alan bir kişi olsaydım daha da detay yazardım ama dua edin üzerinden zaman geçti de yazıyorum! :P). Bu arada Onur’un anılarını da Ağrı Kesici’nin 2 no.lu sayısında okuyabilirsiniz.
Hadi şimdi ben Helloween’le buluşmaya gidiyorum.
Stay heavy dedim ve kaçtım!
Seyda “Abigail” Babaoğlu
Not: İzmir’den gelen arkadaşlara verdiği röportajda Nergal’in en çok kullandığı kelimenin (ki zaten susmuyor) “you know” olduğunu idrak ettik. “You know - you know?” ise pes dedirten bir cümleydi! :) (Bilen bilir: Slayer’ın War at the Warfield DVD’sindeki bir fan’ı anımsattı…).
Özel not: Takvimimde o hafta için yaptığım işaretlemelere bakıyorum da yuh dedim. “Sınavları oku” ve “Çırağan’da Brunch” hatırlatmaları arasındaki günlerde “Behemoth” yazıyor. Kişilik bölünmesine koş!!! Ama şizofren miyim? Yoo. Biz çok normaliz. :)
Yorumlar
Yorum Gönder