Phil Anselmo / DOWN Röportajı 2008
Ağustos 2008 Yüxexes dergisinin Gürültü ekinde yayınlanmıştır:
Phil Anselmo’dan huzurun tarifi – veya: New Orleans ruhu İstanbul’u kavurdu!
Metallica’nın alt grubu olarak ilk kez ülkemize teşrif eden Down’un efsanevi frontman’i Phil Anselmo ile röportaj yapabileceğimiz uzun çabalardan sonra kesinleştiğinde yüzbinlerce soruyla donanmış ben ve fotoğraf makinesini kuşanmış Metehan Mert Çakır (Catafalque), nihayet bu ölümden dönmüş kaprisli hükümdarın soyunma odasına adımımızı atarız.
Daha kendimizi tanıtırken inanılmaz sıcak davranan Phil, Metehan’ın ona kolundaki Fleur de Lys ve “Three suns and one star” dövmelerini göstermesiyle birlikte inanılmayacak bir heyecanla hemen asistanını çağırır ve tek tek fotoğraflarını çektirir o dövmenin. Bu müthiş sıcak ve saygılı davranışı karşısında şaşıran bizler bir de “Bu akşamki şovu sana adıyorum adamım!” demesiyle daha da dumur olmuş bir vaziyette başlarız röportaja.
Öncelikle biraz İstanbul’dan bahsedilir, ne de olsa önceki gece biraz çıkıp gezme fırsatları olmuştur. Phil buranın çok değişik bir atmosferinin, farklı bir havasının olduğunu, çok huzurlu bulduğunu söyler. Evet, biraz suç da vardır, bunu görebiliyordur, ama yine de çok farklıdır, çok sevmiştir İstanbul’u. Akşam gittikleri restoranı öve öve bitiremez, Türk yemeklerini müthiş lezzetli bulduğunu söyler. “Keşke oturduğum evin yakınında bir Türk restoranı olsa!” dediğinde biz hemen New Orleans’a yerleşip bir tane açmayı planlarız. NO’in 45 dakika uzağında, orman ortasında yaşayan Phil, “Şehirde habire yeni restoranlar açılıyor, evet gelin açın bir Türk restoranı!” diye bizi destekler. Güle eğlene başlayan muhabbet şöyle devam eder:
Seyda: Phil, kimseye röportaj vermeyeceğin söylenmişti, o yüzden öncelikle fikrini değiştirdiğin için teşekkürler.
Phil: Bu bir efsane. Bu, eskiden yaşanmış bazı saçmalıklardan doğan bir şey. Ben sadece geçmişle ilgili şeyleri konuşmayı reddediyorum. Bugüne, şimdiye dair şeyler hakkında konuşalım.
S: Pekala. Sırt ameliyatından sonra sağlığın nasıl şimdilerde? Hala stretching programına devam ediyor musun?
P: Çok iyiyim. Her gün o programı uyguluyorum. Bir gün aksatsam çok kötü hissediyorum, her yanım kasılıyor. Bana fizik tedavide öğrettikleri her şeyi hayatım boyunca uygulamak zorundayım. Sırtımda metaller, çiviler var. Ama ben bunu “dava” için yaptım, müzik için yaptım.
S: Ama boks’a devam edebilme şansın yoktur herhalde.
P: Kum torbasıyla çalışıyorum bazen yine. Belli de olmaz…Aslında onunla (asistanı olan kızı gösteriyor, ki sanırım kız arkadaşı da aynı zamanda) sık sık boks ediyoruz. Yani onunla dövüşmüyoruz, ona öğretiyorum sadece, hahaha! Aslında bir boks yazarıyım ben artık, bütün boks piyasasıyla çok iyi arkadaşım.
S: Evet, okumuştum. Peki 40 yaşındaki Phil, on yıl önceki Phil’den ne kadar farklı?
P: Çok, çok, çok farklı. Çok daha olgun. Hala 18 yaşında hissediyorum, ama (burada çok düşünceli bir ara verir)…en dibe vurduğun zaman, tekrar en yukarıya tırmanırsın. Sonra tekrar inişe geçersin. Bu da “pişmanlık” safhasıdır. Sonra tekrar yukarı tırmanman gerekir. Oraya vardığında o temiz havayı içine çekersin. Eylemlerin sözden daha önemli olmasıdır bu. Yani, uygulamaya çalışıyorum…yok, çalışıyorum demeyelim, denemek diye bir şey yoktur çünkü…irade ve sevgi (”will and love”), bu ikisi sayesinde huzurluyum.
S: Bunlar kulağa çok ruhani gelen şeyler. Kendini ruhani bir kişi olarak görüyor musun? İllaki dini anlamda sormuyorum bunu.
P: Bakalım…şöyle söyleyeyim. Saçlarımın içinde kabul olunmuş doktrinlere karşı olan biri yaşıyor, ve kulağıma fısıldıyor. Ve benim tek söyleyebileceklerim gerçekler. Din mi? Onların olsun. Ben hiçbir bayrak altında uçmuyorum.
S: Belki dinleri de, müzikte olduğu gibi, değişik tanımlamalar veya sınıflandırmalar olarak görebiliriz. Sen tüm bu sınıflandırmalara karşı mısın? Örneğin Down’un Southern Rock olmadığını, New Orleans Rock’n’Roll olduğunu söylemiştin bir yerde. Biz size Southern Rock dediğimizde hata mı ediyoruz?
P: Ben sadece müzik olarak bakıyorum. Yani tabiiki güneyli bir grubuz, ama bizimle hiçbir ilgisi olmayan başka gruplarla aynı kefeye konmak istemiyorum. Bizim onlarla ilgimiz yok, anlıyor musun? Onların bizimle ilgisi var. Onlar bizi takip ediyor, onlar bizden öğrendi her şeyi. Yeni dalga…Çok yavaş çalmanın psikolojisini anlıyorum. Ben New Orleans’lıyım. Yavaş çalan, veya yavaş ve heavy çalan, hatta içine progresif öğeler katan çok grup çıkmıştır o bölgeden, ve bunun yeniden canlandırılması güzel. Ama daha orijinal olması gerekir. Down işte bu orijinaliteyi sağlıyor. Biz, tekrar tekrar dinlemiş olduğunuz, hep aynı olan şeyin yerine orijinal bir şey yaratıyoruz.
S. Merak ediyoruz, Down bir supergroup ya da all-star band olmasına rağmen ve bu isimlerle çok daha ticari birşeyler yapabilecekken oldukça kült ve underground sayılabilecek bir konumda. Bu bilinçli bir seçim mi?
P. Bu sadece şöyle özetlenebilir: “The music does the talking” (Müzik yolu belirler diye çevireyim), ve kitleler takip eder.
S. Son albüm “Over the Under”, son yılların getirdiği kayıplara rağmen – Katrina kasırgası da birçok kayıba neden oldu – senin çok olumlu olarak tanımladığın bir albüm. Nasıl oluyor da bunca kayıp ve zorluktan olumlu bir albüm çıkabiliyor?
P: Şimdi huzur içinde yatan kardeşim hakkında basınla konuşacağıma şarkı söyledim, ve her kelimesinde ciddiyim. Hepsi kalbimden geliyor, ve hiçbiri acı dolu değil. Ben onun yaşamını kutlamayı seçtim. Tabiiki yas vardır. Tabiiki onu özlüyorum. Hepimiz onu özlüyoruz. Darrell türünün tek örneğiydi. Onun gibi kimse olmadı. Daha iyi bir gitarist ondan önce olmamıştır, ondan sonra da olmayacaktır. “Three suns and one star”ın iki anlamı var. Güneş, üç aşamadan geçer. Doğması, gökyüzündeki hareketi, ve batışı. Ve tek yıldız, gecenin ilk yıldızı, oradadır. Ya da şöyle bakabiliriz: üç oğul (“sons”) – Philip, Rex, Vinnie, ve bir yıldız, o da Dimebag Darrell.
(Burada bir ara vermek zorunda kalırız ama Phil’in bize özel muamelesi sayesinde birkaç dakika sonra tekrar devam ederiz. Ne yazık ki sadece 2-3 soruluk vakit kalmıştır.)
S: Bir müzik aşığısın ve birçok farklı türden grupla alakalısın – Pantera, Arson Anthem, Eibon, Superjoint Ritual gibi – hatta Alice in Chains’le bile şarkı söyledin. Hangi tür müzikle hiç işin olmaz?
P: Rap! Ama hissettiğim her tür müziği yapabilirim.
S. Pepper ile bir Metallica konserinde tanıştın. Şimdi onlarla turnede olmanız kader mi, tesadüf mü?
P: Onunla daha önceden de karşılaşırdık, ama Metallica konserinde resmen tanıştırıldık. Şimdi bu turnede olmamız gerçekten ironik bir durum. Ne verirsen onu yaratırsın diye düşünüyorum. İyilik ver, iyilik bul.
S: Yeni bir Down albümü için bir beş yıl filan daha bekleyecek miyiz?
P: Kesinlikle hayır. Tabiiki turlama şansımız olduğu sürece bu albümü sonuna kadar tanıtacağız gidebildiğimiz her yerde, ama turne bittiği anda hemen yeni bir albüm kayıdına gireceğiz.
Phil’in zamanının kalmaması yüzünden röportajı bitirmemiz icap ediyor burada. Karşılıklı teşekkürlerimizden ve vedalaşmalarımızdan sonra ben eşyalarımı toplarken bir de bakıyorum ki Metehan ve Phil yok olmuşlar. Meğer Phil, Metehan’ı kolundan tutup yan odaya götürmüş, dövmeleri Pepper’a, Kirk’e gösteriyor!
Biraz da Pepper’la muhabbet ediyoruz ayaküstü. Kendimi COC’nin en eski, en azılı fanlarından biri olarak tanıtıyorum ve ‘95’te kendilerini Londra Brixton Academy’de Megadeth’in alt grubu olarak izlediğimi anlatıyorum. Heyecandan konserle ilgili fazla bir şey hatırlamadığımı söylüyorum, gülüyor, konserin son parçası olan punk cover’ini hatırlamaya çalışıyorum, “I’d rather see you dead” diyor ama grubun adını o da hatırlayamıyor, “Texas’lı kötü bir gruptu” diye gülüyor.
COC’nin Motörhead ile turlaması planlanırken Katrina kasırgasının planları altüst etmesinden, “In the Arms of God” albümünü sonbahar-kış gibi re-release edip sonra da gelip bir konser vermekten bahsediyor. Avrupa’ya, hele ki Türkiye’ye gelme şanşlarının olmadığını söylüyor malum kasırgadan dolayı.
Şimdilerde New Orleans’ın durumu nedir diye soruyorum, daha iyiye gittiğini ama dünyayı gezdikçe George Bush’un kendilerine ne denli zarar verdiğini görebildiğini anlatıyor. “Birçok şehir görüyoruz, ilerleme kaydediyorlar, gerçek 21.yy. tarzı ilerlemeler” diyor. Ama yavaş yavaş durumun düzeldiğinden de bahsediyor. “Çivi üzerine çivi çakarak toparlıyoruz” diyor. Barının adını ve NO’a gitmek için en iyi zamanı sorarak biraz turistik bilgi alıyoruz hazır oralı birini bulmuşken.
“Senin için Down artık bir öncelik mi? Çünkü COC benim için çok daha önemli” diyorum. COC’nin kendisi için çok özel bir grup olduğunun, kesinlikle bir sorun olmadığının ve hala daha çok zevk aldığının da altını çiziyor. Hatta uzun süredir Down’la meşgul olduğundan içinde COC ile ilgili birşeyler yapmak için bir hayli istek duyduğundan da emin olmamı sağlıyor. Ama “Down mu, COC mi?” sorusuna “Söylemesi zor. Sorduğun güne bağlı olarak değişir!” diye gülerek cevap veriyor.
“Metallica basçı ararken sen de seçmelere gittin. Ciddi miydin?” sorumun üzerine “Evet, zaten James ile çok iyi arkadaşız, onların düşündüğü birkaç isimden biriydim, ama Rob çok iyi olduğu için onu aldılar. Onun parmaklarındaki gücü Cliff Burton’dan beri görmemişlerdi. Disposable Heroes gibi parçaları Cliff gibi çalabiliyordu” diyor. “Gerçekten Metallica’nın bir parçası olmak ister miydin ki? Onlar bir endüstri gibi.” diyorum. “Bilemiyorum…gruba alınsaydım Metallica’nın basçısı olacaktım, ben olmaktan çıkacaktım. Ama her şey bu haliyle güzel, hepimiz çok iyi arkadaşız, hep beraber buradayız, her şey gayet iyi” diye cevaplıyor. Ben de bu sözler üzerine daha bir şey demiyorum, fotoğraftı, imzaydı, arşivime çok değerli parçalar ekliyorum ve onunla da vedalaşıp çıkıyoruz odadan. Çantamı toplarken Pepper’ın elinde sesli ışıklı bir oyuncak kılıçla The Sword elemanlarına saldırması görülmeye değer bir enstantane.
Sahne önü biletlerimizle konser alanına giderken gayet mutluyuz, fakat mutluluk Down sahne aldığında daha da katlanıyor, çünkü biliyoruz ki bu şov Metehan için. “Three suns and one star” parçasına girmeden “Bu şarkıyı biraz evvel arkada tanıştığımız bir arkadaşa adıyorum” demesi (Metehan gibi bir ismi aklında tutamamasını normal karşılıyoruz!), sonra onu araması, Pepper’ın Metehan’ı görüp Phil’e yerini göstermesi, Phil’in “Takip ediyorum seni adamım!” hareketi çok ciddi Down fanı, southern-stoner dude Çöl Azizi kocamı ziyadesiyle memnun ediyor. Onun adına, kendi adıma, bu müthiş konsere tanıklık eden tüm Down fanları adına çok sevinen ben ise şimdi boyun ağrılarıma bir çare bulmak üzere kalkıyorum bilgisayar başından ey iyi müzikten anlayan dostlar. Stay heavy!
Seyda “Abigail” Babaoğlu
Phil Anselmo’dan huzurun tarifi – veya: New Orleans ruhu İstanbul’u kavurdu!
Metallica’nın alt grubu olarak ilk kez ülkemize teşrif eden Down’un efsanevi frontman’i Phil Anselmo ile röportaj yapabileceğimiz uzun çabalardan sonra kesinleştiğinde yüzbinlerce soruyla donanmış ben ve fotoğraf makinesini kuşanmış Metehan Mert Çakır (Catafalque), nihayet bu ölümden dönmüş kaprisli hükümdarın soyunma odasına adımımızı atarız.
Daha kendimizi tanıtırken inanılmaz sıcak davranan Phil, Metehan’ın ona kolundaki Fleur de Lys ve “Three suns and one star” dövmelerini göstermesiyle birlikte inanılmayacak bir heyecanla hemen asistanını çağırır ve tek tek fotoğraflarını çektirir o dövmenin. Bu müthiş sıcak ve saygılı davranışı karşısında şaşıran bizler bir de “Bu akşamki şovu sana adıyorum adamım!” demesiyle daha da dumur olmuş bir vaziyette başlarız röportaja.
Öncelikle biraz İstanbul’dan bahsedilir, ne de olsa önceki gece biraz çıkıp gezme fırsatları olmuştur. Phil buranın çok değişik bir atmosferinin, farklı bir havasının olduğunu, çok huzurlu bulduğunu söyler. Evet, biraz suç da vardır, bunu görebiliyordur, ama yine de çok farklıdır, çok sevmiştir İstanbul’u. Akşam gittikleri restoranı öve öve bitiremez, Türk yemeklerini müthiş lezzetli bulduğunu söyler. “Keşke oturduğum evin yakınında bir Türk restoranı olsa!” dediğinde biz hemen New Orleans’a yerleşip bir tane açmayı planlarız. NO’in 45 dakika uzağında, orman ortasında yaşayan Phil, “Şehirde habire yeni restoranlar açılıyor, evet gelin açın bir Türk restoranı!” diye bizi destekler. Güle eğlene başlayan muhabbet şöyle devam eder:
Seyda: Phil, kimseye röportaj vermeyeceğin söylenmişti, o yüzden öncelikle fikrini değiştirdiğin için teşekkürler.
Phil: Bu bir efsane. Bu, eskiden yaşanmış bazı saçmalıklardan doğan bir şey. Ben sadece geçmişle ilgili şeyleri konuşmayı reddediyorum. Bugüne, şimdiye dair şeyler hakkında konuşalım.
S: Pekala. Sırt ameliyatından sonra sağlığın nasıl şimdilerde? Hala stretching programına devam ediyor musun?
P: Çok iyiyim. Her gün o programı uyguluyorum. Bir gün aksatsam çok kötü hissediyorum, her yanım kasılıyor. Bana fizik tedavide öğrettikleri her şeyi hayatım boyunca uygulamak zorundayım. Sırtımda metaller, çiviler var. Ama ben bunu “dava” için yaptım, müzik için yaptım.
S: Ama boks’a devam edebilme şansın yoktur herhalde.
P: Kum torbasıyla çalışıyorum bazen yine. Belli de olmaz…Aslında onunla (asistanı olan kızı gösteriyor, ki sanırım kız arkadaşı da aynı zamanda) sık sık boks ediyoruz. Yani onunla dövüşmüyoruz, ona öğretiyorum sadece, hahaha! Aslında bir boks yazarıyım ben artık, bütün boks piyasasıyla çok iyi arkadaşım.
S: Evet, okumuştum. Peki 40 yaşındaki Phil, on yıl önceki Phil’den ne kadar farklı?
P: Çok, çok, çok farklı. Çok daha olgun. Hala 18 yaşında hissediyorum, ama (burada çok düşünceli bir ara verir)…en dibe vurduğun zaman, tekrar en yukarıya tırmanırsın. Sonra tekrar inişe geçersin. Bu da “pişmanlık” safhasıdır. Sonra tekrar yukarı tırmanman gerekir. Oraya vardığında o temiz havayı içine çekersin. Eylemlerin sözden daha önemli olmasıdır bu. Yani, uygulamaya çalışıyorum…yok, çalışıyorum demeyelim, denemek diye bir şey yoktur çünkü…irade ve sevgi (”will and love”), bu ikisi sayesinde huzurluyum.
S: Bunlar kulağa çok ruhani gelen şeyler. Kendini ruhani bir kişi olarak görüyor musun? İllaki dini anlamda sormuyorum bunu.
P: Bakalım…şöyle söyleyeyim. Saçlarımın içinde kabul olunmuş doktrinlere karşı olan biri yaşıyor, ve kulağıma fısıldıyor. Ve benim tek söyleyebileceklerim gerçekler. Din mi? Onların olsun. Ben hiçbir bayrak altında uçmuyorum.
S: Belki dinleri de, müzikte olduğu gibi, değişik tanımlamalar veya sınıflandırmalar olarak görebiliriz. Sen tüm bu sınıflandırmalara karşı mısın? Örneğin Down’un Southern Rock olmadığını, New Orleans Rock’n’Roll olduğunu söylemiştin bir yerde. Biz size Southern Rock dediğimizde hata mı ediyoruz?
P: Ben sadece müzik olarak bakıyorum. Yani tabiiki güneyli bir grubuz, ama bizimle hiçbir ilgisi olmayan başka gruplarla aynı kefeye konmak istemiyorum. Bizim onlarla ilgimiz yok, anlıyor musun? Onların bizimle ilgisi var. Onlar bizi takip ediyor, onlar bizden öğrendi her şeyi. Yeni dalga…Çok yavaş çalmanın psikolojisini anlıyorum. Ben New Orleans’lıyım. Yavaş çalan, veya yavaş ve heavy çalan, hatta içine progresif öğeler katan çok grup çıkmıştır o bölgeden, ve bunun yeniden canlandırılması güzel. Ama daha orijinal olması gerekir. Down işte bu orijinaliteyi sağlıyor. Biz, tekrar tekrar dinlemiş olduğunuz, hep aynı olan şeyin yerine orijinal bir şey yaratıyoruz.
S. Merak ediyoruz, Down bir supergroup ya da all-star band olmasına rağmen ve bu isimlerle çok daha ticari birşeyler yapabilecekken oldukça kült ve underground sayılabilecek bir konumda. Bu bilinçli bir seçim mi?
P. Bu sadece şöyle özetlenebilir: “The music does the talking” (Müzik yolu belirler diye çevireyim), ve kitleler takip eder.
S. Son albüm “Over the Under”, son yılların getirdiği kayıplara rağmen – Katrina kasırgası da birçok kayıba neden oldu – senin çok olumlu olarak tanımladığın bir albüm. Nasıl oluyor da bunca kayıp ve zorluktan olumlu bir albüm çıkabiliyor?
P: Şimdi huzur içinde yatan kardeşim hakkında basınla konuşacağıma şarkı söyledim, ve her kelimesinde ciddiyim. Hepsi kalbimden geliyor, ve hiçbiri acı dolu değil. Ben onun yaşamını kutlamayı seçtim. Tabiiki yas vardır. Tabiiki onu özlüyorum. Hepimiz onu özlüyoruz. Darrell türünün tek örneğiydi. Onun gibi kimse olmadı. Daha iyi bir gitarist ondan önce olmamıştır, ondan sonra da olmayacaktır. “Three suns and one star”ın iki anlamı var. Güneş, üç aşamadan geçer. Doğması, gökyüzündeki hareketi, ve batışı. Ve tek yıldız, gecenin ilk yıldızı, oradadır. Ya da şöyle bakabiliriz: üç oğul (“sons”) – Philip, Rex, Vinnie, ve bir yıldız, o da Dimebag Darrell.
(Burada bir ara vermek zorunda kalırız ama Phil’in bize özel muamelesi sayesinde birkaç dakika sonra tekrar devam ederiz. Ne yazık ki sadece 2-3 soruluk vakit kalmıştır.)
S: Bir müzik aşığısın ve birçok farklı türden grupla alakalısın – Pantera, Arson Anthem, Eibon, Superjoint Ritual gibi – hatta Alice in Chains’le bile şarkı söyledin. Hangi tür müzikle hiç işin olmaz?
P: Rap! Ama hissettiğim her tür müziği yapabilirim.
S. Pepper ile bir Metallica konserinde tanıştın. Şimdi onlarla turnede olmanız kader mi, tesadüf mü?
P: Onunla daha önceden de karşılaşırdık, ama Metallica konserinde resmen tanıştırıldık. Şimdi bu turnede olmamız gerçekten ironik bir durum. Ne verirsen onu yaratırsın diye düşünüyorum. İyilik ver, iyilik bul.
S: Yeni bir Down albümü için bir beş yıl filan daha bekleyecek miyiz?
P: Kesinlikle hayır. Tabiiki turlama şansımız olduğu sürece bu albümü sonuna kadar tanıtacağız gidebildiğimiz her yerde, ama turne bittiği anda hemen yeni bir albüm kayıdına gireceğiz.
Phil’in zamanının kalmaması yüzünden röportajı bitirmemiz icap ediyor burada. Karşılıklı teşekkürlerimizden ve vedalaşmalarımızdan sonra ben eşyalarımı toplarken bir de bakıyorum ki Metehan ve Phil yok olmuşlar. Meğer Phil, Metehan’ı kolundan tutup yan odaya götürmüş, dövmeleri Pepper’a, Kirk’e gösteriyor!
Biraz da Pepper’la muhabbet ediyoruz ayaküstü. Kendimi COC’nin en eski, en azılı fanlarından biri olarak tanıtıyorum ve ‘95’te kendilerini Londra Brixton Academy’de Megadeth’in alt grubu olarak izlediğimi anlatıyorum. Heyecandan konserle ilgili fazla bir şey hatırlamadığımı söylüyorum, gülüyor, konserin son parçası olan punk cover’ini hatırlamaya çalışıyorum, “I’d rather see you dead” diyor ama grubun adını o da hatırlayamıyor, “Texas’lı kötü bir gruptu” diye gülüyor.
COC’nin Motörhead ile turlaması planlanırken Katrina kasırgasının planları altüst etmesinden, “In the Arms of God” albümünü sonbahar-kış gibi re-release edip sonra da gelip bir konser vermekten bahsediyor. Avrupa’ya, hele ki Türkiye’ye gelme şanşlarının olmadığını söylüyor malum kasırgadan dolayı.
Şimdilerde New Orleans’ın durumu nedir diye soruyorum, daha iyiye gittiğini ama dünyayı gezdikçe George Bush’un kendilerine ne denli zarar verdiğini görebildiğini anlatıyor. “Birçok şehir görüyoruz, ilerleme kaydediyorlar, gerçek 21.yy. tarzı ilerlemeler” diyor. Ama yavaş yavaş durumun düzeldiğinden de bahsediyor. “Çivi üzerine çivi çakarak toparlıyoruz” diyor. Barının adını ve NO’a gitmek için en iyi zamanı sorarak biraz turistik bilgi alıyoruz hazır oralı birini bulmuşken.
“Senin için Down artık bir öncelik mi? Çünkü COC benim için çok daha önemli” diyorum. COC’nin kendisi için çok özel bir grup olduğunun, kesinlikle bir sorun olmadığının ve hala daha çok zevk aldığının da altını çiziyor. Hatta uzun süredir Down’la meşgul olduğundan içinde COC ile ilgili birşeyler yapmak için bir hayli istek duyduğundan da emin olmamı sağlıyor. Ama “Down mu, COC mi?” sorusuna “Söylemesi zor. Sorduğun güne bağlı olarak değişir!” diye gülerek cevap veriyor.
“Metallica basçı ararken sen de seçmelere gittin. Ciddi miydin?” sorumun üzerine “Evet, zaten James ile çok iyi arkadaşız, onların düşündüğü birkaç isimden biriydim, ama Rob çok iyi olduğu için onu aldılar. Onun parmaklarındaki gücü Cliff Burton’dan beri görmemişlerdi. Disposable Heroes gibi parçaları Cliff gibi çalabiliyordu” diyor. “Gerçekten Metallica’nın bir parçası olmak ister miydin ki? Onlar bir endüstri gibi.” diyorum. “Bilemiyorum…gruba alınsaydım Metallica’nın basçısı olacaktım, ben olmaktan çıkacaktım. Ama her şey bu haliyle güzel, hepimiz çok iyi arkadaşız, hep beraber buradayız, her şey gayet iyi” diye cevaplıyor. Ben de bu sözler üzerine daha bir şey demiyorum, fotoğraftı, imzaydı, arşivime çok değerli parçalar ekliyorum ve onunla da vedalaşıp çıkıyoruz odadan. Çantamı toplarken Pepper’ın elinde sesli ışıklı bir oyuncak kılıçla The Sword elemanlarına saldırması görülmeye değer bir enstantane.
Sahne önü biletlerimizle konser alanına giderken gayet mutluyuz, fakat mutluluk Down sahne aldığında daha da katlanıyor, çünkü biliyoruz ki bu şov Metehan için. “Three suns and one star” parçasına girmeden “Bu şarkıyı biraz evvel arkada tanıştığımız bir arkadaşa adıyorum” demesi (Metehan gibi bir ismi aklında tutamamasını normal karşılıyoruz!), sonra onu araması, Pepper’ın Metehan’ı görüp Phil’e yerini göstermesi, Phil’in “Takip ediyorum seni adamım!” hareketi çok ciddi Down fanı, southern-stoner dude Çöl Azizi kocamı ziyadesiyle memnun ediyor. Onun adına, kendi adıma, bu müthiş konsere tanıklık eden tüm Down fanları adına çok sevinen ben ise şimdi boyun ağrılarıma bir çare bulmak üzere kalkıyorum bilgisayar başından ey iyi müzikten anlayan dostlar. Stay heavy!
Seyda “Abigail” Babaoğlu
seni seviyorum anselmo
YanıtlaSil