Steve Vai 2005 kulis notları
Deli Kasap için yazıldı:
STEVE VAI konseri falan işte (yeterince ciddiyet gösterilmemiş yazı)
Canım sıkıldığına göre oturup bir şeyler yazsam ya ben. Evet yapiim bunu. Hatta saçma olsun, böyle her zamankinden daha da fazla konuşur gibi anlatiyim, daha tam olarak bilmiyorum zaten ne anlatacağımı. Hadi size sabırlar dilerim, ben başlıyorum:
Ben burada mesela Steve Vai ile ilgili anekdotlar hatırliym. Evet, Steve Vai ve Eric Sardinas olayından hatırımda kalan üç beş şeyi aktarayım. Aslında çok yok, çünkü geldikleri gün benim işimden dolayı karşılama şansım yoktu, ben o yüzden konser günü (18.11.2005, Cuma) okuldan sonra direk Yeni Meleğe gittim ve orada buluştum elemanlarla. İlk Vai konserinde de çalışmıştım, ama o zaman Steve abimiz karısıyla on saat tartışmaktan pek dışarı çıkmamıştı, pek muhabbet ortamı olmamıştı yani. (O gün Mike Mancini ile acaip güzel sohbet etmiştik, sonra bize davul derilerini imzalayıp vermişti, o ayrı). Neyse, gittim ve hepsiyle bi tanış hoş beş ettikten sonra ilk iş olarak röportajların yapılması gerekiyordu. Üniversiteden arkadaşım olan Banu Güven ilk sıradaydı, NTV için röportajıma başladı ve Steve hayran kaldı, “Gerçekten biliyor bu kız yaa, süper” falan dedi durdu. Onun dışında birçok röportaj daha oldu, sonra soundcheck’e geldi sıra. İşte falan filan derken Eric Sardinas ve tayfasıyla da – sürekli odalarından geçmek zorunda olduğum için – daha bi samimi olduk. Habire daha fazla Jack Daniels istedi durdu, “tamam söylerim ilgili kişilere” dedim geçtim hep. Naapim yaa, banene.
Billy Sheehan süper bir insanmış, pek de kedisini seviyor, aynı ben, o konuda harika anlaştık, kedilerimizi anlattık birbirimize falan. Kedi fanıyız. Kedi harika bişidir. Evet! (Çünki neden? Çünki o bi hayvan! Ve hayvanlar süperdir! İnsanlar eh işte…)
Tony MacAlpine daha da muhabbetçi ve şirin bişeydi, pek sıcak samimi ve de bıcırık. Diğerleriyle o an tanıştım ama fazla muhabbet şansı olmadı, zira konser sold out’tu ve yeri geldiğinde oradan oraya koşturmak, yeri geldiğinde radyocu arkidişlerime elinden tutup yanlarına götürdüğüm Tony sunmak, ya da o sold out’u oluşturan kankalarla muhabbete dalmak gerekiyordu! :)
Zaten konser başladı ama nefes falan almak gibi şeyler pek ihtimal dahilinde değildi, o yüzden ne kadar çabaladıysam da seyirci içinden izleyemedim olayı pek. Ben de bir yerden sonra eeeh diyip çıktım backstage kısma, davulcunun tam tepesinden izledim konseri. Aralarda gittim geldim falan, öyle anlamsız geçti. Bir ara Eric Sardinas’ın davulcusu Patrick ile – ki yanından gelip geçerkenki metalci yaklaşımlarım ilgisini çekmişti ve İtalyan erkeği şaşmazlığıyla yanımda yerini almıştı – ve bir roadie ile süper bir Meshuggah muhabbeti yaptık. En iyi kısım oydu.
Ama esas eğlenceli bölüm konser bittikten sonrasıydı. Öğrenciklerimden biri – bas öğrenmekte kendisi -daha önceden Billy ile temasa geçmiş, o da konserden sonra gel demiş. Ben de onu aldım yanına götürdüm, görülmeye değer bir sahneydi! Yukarıda Billy ile muhabbet etmeye gelmiş olan Şebnem Ferah, Ogün Sanlısoy, Punk Levent (aslında Glam Levent ya neyse) falan vardı. Ben minnoşumu aldım götürdüm aralarına, Billy, Tony imzalarını falan aldı, sonra kaçarcasına uzaklaştı. Billy çok ciciydi o esnada. Sonra bana “Sevindi mi sence?” diye sordu, “Görmedin mi olm heyecanını” dedim.
Bu arada Steve ortamı terk etmişti bile. Ankara yolculuğu için hazırlanmaya gitmişti. Eh, zamanı gelince hepimiz yola çıktık. Steve amcalar (ulan daha yukarıda abiydi, ne çabuk yaşlandı) kendi turne otobüslerinde gitti. Ben uyumak istediğim için bizim araca bindim. Şimdi rakınrol tayfası Dı Briid uyutmaz etmez, Cek Denyılz tutturmaya devam ederler dedim, o yüzden kelle koltuk turizm şeklinde gidecek olan minibüsümüze yerleştim ve hemen uykuya daldım.
Birçok nahoş olay sonra Ankara’ya vardık ve eşyalar boşaltılırken kahvaltı etme fırsatı yakaladım. Saklıkent’te durum iyi değildi, herkesin sinirler bozuktu. Moraller gayet yerlerdeydi ama tüm bunların arasında Tony ciciliğini ve neşesini korumaya devam ediyordu ve son derece sevimliydi.
Ortamda beni geren bin türlü hadise karşısında geri çekildim ve arka plandaki koltuklarda oturup beklemeye başladım. O sırada Patrick geldi oturdu yanıma, bin saat onunla konuştum, iyi geldi muhabbeti biraz.
Neyse ki Ankara’lı kankam Saygın geldi sonra ve onunla çıkıp hem bazı alet edevat arayışına çıktık, hem de hava alma şansı bulmuş oldum. İnsanın dostları ne güzel şeyler!
Geri döndüğümüzde sanki hiç geçmeyecek dediğim gün hala daha geçmek bilmiyordu, ve ben elemanların bozuk moralinden doğan tavırlarından ve başka olaylardan gayet pis etkilenmiş, yine de sükunetimi korumaya gayret ediyordum. Arada Erdem’le (Çapar) beraber Production odası gibi bir yerde takılıyor ve ısınıyordum. Grubun tümü de oraya laptoplarını bağlamış, ortamı Erdem’in tabiriyle net cafe’ye çevirmişlerdi.
Arada gidip gelirken davul çalışmakta/ısınmakta olan Patrick’in yanından geçiyordum yine ve her seferinde laf atıyordum “Çalışmaya devam et, sende bi ışık görüyorum, olacak”, “Hmm, kendi stilini geliştirmelisin bence”, “Eh fena diil, ilerleme kaydediyorsun” falan diye, o da “grrr” diye bagetleriyle saldırma girişiminde bulunuyordu. Tek eğlencem oydu valla…
Gün nihayet geçti ve akşam oldu, konser saati geldi. İstanbul’da adamakıllı izlemediğim için bu sefer seyredecektim, üst kat bizlere ayrılmıştı nasılsa. Eric Sardinas’ın olayı hiç bana göre olmasa da izlenmesi bir yerde gerekliydi – o poserlık sahnede iyi gidiyor bazen. Ama popo çatalı izlemekten de fenalık gelmedi değil bir ara! :) Yine de bira şişesiyle gitar çalma tripleri falan rakınrol bazında eğlendiriciydi.
Esas merak ettiğim ise Steve Vai ve tayfasından ilk konserinde aldığım zevki alıp almayacağımdı. Zira hiç virtüöz fanı olmamama ve evimde dinlemememe rağmen ( bu ma ve me ekleri nedir ya) o konser izlediğim en iyi SHOW’lardan biriydi ve sıkılmak bir yana, tadı hala damağımdadır.
Steve baba (şimdi de ebeveyn oldu) sahneye alışıldık fili fili uçuşan kıyafetleri ile çıkıp mimikleriyle melodileri yaşadı ve yaşattı yine, ve evet, yine çok iyi vakit geçirtti! Tüm sinir ve stresimi bir iki saatliğine unutturdu bana, ve hayranlıkla izledim sahnedeki müzisyenleri. Hepsinin ustalıkları zaten tartışılmaz, bilinen şeyleri tekrarlamaya gerek yok, ama işte sanki bilmiyormuş gibi herkesin ağzı yine bir karış açık kaldı sahnede olan bitenleri izledikçe. Steve uzun parmaklarını konuştururken, arada insanları esprilerle eğlendirmeyi, onları da olaya katıp konseri interaktif hale getirmeyi ihmal etmiyordu. (Gerçi aynı yerlerde aynı espriler iki gün üst üste garip geliyor insana ister istemez, ama şov dünyası işte…). Fakat benim için o gecenin esas kahramanı davulcu Jeremy Colson idi. Adam inanılmazdı, ve her şeyi çaldı – yeri, Steve’i, ne bulduysa, ve ara vermeden, ve saat gibi, sekmeden…Onu izlerken hissettiğim şey tarifsizdi! Ve benim için gecenin en müthiş dakikalarını onun davul solosu oluşturdu.
İlk konserde de Mike Mangini “esas oğlan”dı benim için. Bu Steve bey (hmm) davulcunun iyisini seçmeyi biliyor belli ki!
Bu arada konser yine sold out olduğu için dışarıda kalan insanlar üst kata sokuldu sonradan. Ve konser sırasında sesçi mekanın ses sisteminin yetersizliğinden yakındı durdu, sinir küpüydü, zor sakinleştirdim. Ama tüm bunlara rağmen eğlenmeye gayret ettim, ve en başta Jeremy sağolsun bunu mümkün kıldı müthiş müzisyenler (aliterasyon yaptım).
Şov sonrası odur budur derken Steve ve tayfası kendi yollarına, biz de kendi yolumuza çıktık tekrar, ve şu an burada oturmuş yazı yazıyor olmamın tamamen mucize olduğu bir yolculuk sonrasında hasta, ama sağ olarak evime vardım ve şükredip yattım. Aa yine yapiim bunu hadi.
Seyda “Abigail” Babaoğlu
STEVE VAI konseri falan işte (yeterince ciddiyet gösterilmemiş yazı)
Canım sıkıldığına göre oturup bir şeyler yazsam ya ben. Evet yapiim bunu. Hatta saçma olsun, böyle her zamankinden daha da fazla konuşur gibi anlatiyim, daha tam olarak bilmiyorum zaten ne anlatacağımı. Hadi size sabırlar dilerim, ben başlıyorum:
Ben burada mesela Steve Vai ile ilgili anekdotlar hatırliym. Evet, Steve Vai ve Eric Sardinas olayından hatırımda kalan üç beş şeyi aktarayım. Aslında çok yok, çünkü geldikleri gün benim işimden dolayı karşılama şansım yoktu, ben o yüzden konser günü (18.11.2005, Cuma) okuldan sonra direk Yeni Meleğe gittim ve orada buluştum elemanlarla. İlk Vai konserinde de çalışmıştım, ama o zaman Steve abimiz karısıyla on saat tartışmaktan pek dışarı çıkmamıştı, pek muhabbet ortamı olmamıştı yani. (O gün Mike Mancini ile acaip güzel sohbet etmiştik, sonra bize davul derilerini imzalayıp vermişti, o ayrı). Neyse, gittim ve hepsiyle bi tanış hoş beş ettikten sonra ilk iş olarak röportajların yapılması gerekiyordu. Üniversiteden arkadaşım olan Banu Güven ilk sıradaydı, NTV için röportajıma başladı ve Steve hayran kaldı, “Gerçekten biliyor bu kız yaa, süper” falan dedi durdu. Onun dışında birçok röportaj daha oldu, sonra soundcheck’e geldi sıra. İşte falan filan derken Eric Sardinas ve tayfasıyla da – sürekli odalarından geçmek zorunda olduğum için – daha bi samimi olduk. Habire daha fazla Jack Daniels istedi durdu, “tamam söylerim ilgili kişilere” dedim geçtim hep. Naapim yaa, banene.
Billy Sheehan süper bir insanmış, pek de kedisini seviyor, aynı ben, o konuda harika anlaştık, kedilerimizi anlattık birbirimize falan. Kedi fanıyız. Kedi harika bişidir. Evet! (Çünki neden? Çünki o bi hayvan! Ve hayvanlar süperdir! İnsanlar eh işte…)
Tony MacAlpine daha da muhabbetçi ve şirin bişeydi, pek sıcak samimi ve de bıcırık. Diğerleriyle o an tanıştım ama fazla muhabbet şansı olmadı, zira konser sold out’tu ve yeri geldiğinde oradan oraya koşturmak, yeri geldiğinde radyocu arkidişlerime elinden tutup yanlarına götürdüğüm Tony sunmak, ya da o sold out’u oluşturan kankalarla muhabbete dalmak gerekiyordu! :)
Zaten konser başladı ama nefes falan almak gibi şeyler pek ihtimal dahilinde değildi, o yüzden ne kadar çabaladıysam da seyirci içinden izleyemedim olayı pek. Ben de bir yerden sonra eeeh diyip çıktım backstage kısma, davulcunun tam tepesinden izledim konseri. Aralarda gittim geldim falan, öyle anlamsız geçti. Bir ara Eric Sardinas’ın davulcusu Patrick ile – ki yanından gelip geçerkenki metalci yaklaşımlarım ilgisini çekmişti ve İtalyan erkeği şaşmazlığıyla yanımda yerini almıştı – ve bir roadie ile süper bir Meshuggah muhabbeti yaptık. En iyi kısım oydu.
Ama esas eğlenceli bölüm konser bittikten sonrasıydı. Öğrenciklerimden biri – bas öğrenmekte kendisi -daha önceden Billy ile temasa geçmiş, o da konserden sonra gel demiş. Ben de onu aldım yanına götürdüm, görülmeye değer bir sahneydi! Yukarıda Billy ile muhabbet etmeye gelmiş olan Şebnem Ferah, Ogün Sanlısoy, Punk Levent (aslında Glam Levent ya neyse) falan vardı. Ben minnoşumu aldım götürdüm aralarına, Billy, Tony imzalarını falan aldı, sonra kaçarcasına uzaklaştı. Billy çok ciciydi o esnada. Sonra bana “Sevindi mi sence?” diye sordu, “Görmedin mi olm heyecanını” dedim.
Bu arada Steve ortamı terk etmişti bile. Ankara yolculuğu için hazırlanmaya gitmişti. Eh, zamanı gelince hepimiz yola çıktık. Steve amcalar (ulan daha yukarıda abiydi, ne çabuk yaşlandı) kendi turne otobüslerinde gitti. Ben uyumak istediğim için bizim araca bindim. Şimdi rakınrol tayfası Dı Briid uyutmaz etmez, Cek Denyılz tutturmaya devam ederler dedim, o yüzden kelle koltuk turizm şeklinde gidecek olan minibüsümüze yerleştim ve hemen uykuya daldım.
Birçok nahoş olay sonra Ankara’ya vardık ve eşyalar boşaltılırken kahvaltı etme fırsatı yakaladım. Saklıkent’te durum iyi değildi, herkesin sinirler bozuktu. Moraller gayet yerlerdeydi ama tüm bunların arasında Tony ciciliğini ve neşesini korumaya devam ediyordu ve son derece sevimliydi.
Ortamda beni geren bin türlü hadise karşısında geri çekildim ve arka plandaki koltuklarda oturup beklemeye başladım. O sırada Patrick geldi oturdu yanıma, bin saat onunla konuştum, iyi geldi muhabbeti biraz.
Neyse ki Ankara’lı kankam Saygın geldi sonra ve onunla çıkıp hem bazı alet edevat arayışına çıktık, hem de hava alma şansı bulmuş oldum. İnsanın dostları ne güzel şeyler!
Geri döndüğümüzde sanki hiç geçmeyecek dediğim gün hala daha geçmek bilmiyordu, ve ben elemanların bozuk moralinden doğan tavırlarından ve başka olaylardan gayet pis etkilenmiş, yine de sükunetimi korumaya gayret ediyordum. Arada Erdem’le (Çapar) beraber Production odası gibi bir yerde takılıyor ve ısınıyordum. Grubun tümü de oraya laptoplarını bağlamış, ortamı Erdem’in tabiriyle net cafe’ye çevirmişlerdi.
Arada gidip gelirken davul çalışmakta/ısınmakta olan Patrick’in yanından geçiyordum yine ve her seferinde laf atıyordum “Çalışmaya devam et, sende bi ışık görüyorum, olacak”, “Hmm, kendi stilini geliştirmelisin bence”, “Eh fena diil, ilerleme kaydediyorsun” falan diye, o da “grrr” diye bagetleriyle saldırma girişiminde bulunuyordu. Tek eğlencem oydu valla…
Gün nihayet geçti ve akşam oldu, konser saati geldi. İstanbul’da adamakıllı izlemediğim için bu sefer seyredecektim, üst kat bizlere ayrılmıştı nasılsa. Eric Sardinas’ın olayı hiç bana göre olmasa da izlenmesi bir yerde gerekliydi – o poserlık sahnede iyi gidiyor bazen. Ama popo çatalı izlemekten de fenalık gelmedi değil bir ara! :) Yine de bira şişesiyle gitar çalma tripleri falan rakınrol bazında eğlendiriciydi.
Esas merak ettiğim ise Steve Vai ve tayfasından ilk konserinde aldığım zevki alıp almayacağımdı. Zira hiç virtüöz fanı olmamama ve evimde dinlemememe rağmen ( bu ma ve me ekleri nedir ya) o konser izlediğim en iyi SHOW’lardan biriydi ve sıkılmak bir yana, tadı hala damağımdadır.
Steve baba (şimdi de ebeveyn oldu) sahneye alışıldık fili fili uçuşan kıyafetleri ile çıkıp mimikleriyle melodileri yaşadı ve yaşattı yine, ve evet, yine çok iyi vakit geçirtti! Tüm sinir ve stresimi bir iki saatliğine unutturdu bana, ve hayranlıkla izledim sahnedeki müzisyenleri. Hepsinin ustalıkları zaten tartışılmaz, bilinen şeyleri tekrarlamaya gerek yok, ama işte sanki bilmiyormuş gibi herkesin ağzı yine bir karış açık kaldı sahnede olan bitenleri izledikçe. Steve uzun parmaklarını konuştururken, arada insanları esprilerle eğlendirmeyi, onları da olaya katıp konseri interaktif hale getirmeyi ihmal etmiyordu. (Gerçi aynı yerlerde aynı espriler iki gün üst üste garip geliyor insana ister istemez, ama şov dünyası işte…). Fakat benim için o gecenin esas kahramanı davulcu Jeremy Colson idi. Adam inanılmazdı, ve her şeyi çaldı – yeri, Steve’i, ne bulduysa, ve ara vermeden, ve saat gibi, sekmeden…Onu izlerken hissettiğim şey tarifsizdi! Ve benim için gecenin en müthiş dakikalarını onun davul solosu oluşturdu.
İlk konserde de Mike Mangini “esas oğlan”dı benim için. Bu Steve bey (hmm) davulcunun iyisini seçmeyi biliyor belli ki!
Bu arada konser yine sold out olduğu için dışarıda kalan insanlar üst kata sokuldu sonradan. Ve konser sırasında sesçi mekanın ses sisteminin yetersizliğinden yakındı durdu, sinir küpüydü, zor sakinleştirdim. Ama tüm bunlara rağmen eğlenmeye gayret ettim, ve en başta Jeremy sağolsun bunu mümkün kıldı müthiş müzisyenler (aliterasyon yaptım).
Şov sonrası odur budur derken Steve ve tayfası kendi yollarına, biz de kendi yolumuza çıktık tekrar, ve şu an burada oturmuş yazı yazıyor olmamın tamamen mucize olduğu bir yolculuk sonrasında hasta, ama sağ olarak evime vardım ve şükredip yattım. Aa yine yapiim bunu hadi.
Seyda “Abigail” Babaoğlu
Yorumlar
Yorum Gönder