Overkill röportajı 2005
Ağrı Kesici için yapılmış bir telefon röportajı:
Overkill röportajı
Selam Seyda!
Selam Bobby! Hatırladın mı beni?
Özel tur rehberimizi nasıl unutabilirim?
Teşekkür ederim! Bobby, yeni bir dergi çıkartıyoruz, ilk röportajımız için hazır mısın?
Tabii, başlayabiliriz!
O halde şöyle girelim: Türkiye’ye iki kez gelmişliğiniz var. Son geldiğinizden beri neler oldu hayatınızda?
Grup olarak çok yoğunduk. Yeni bir albüm, yeni bir plak şirketi, Amerika turnesi, Avrupa turnesi…şimdi de yazın üçüncü kez Türkiye’ye gelmek için sabırsızlanıyorum! Yani aslına bakarsan Overkill için işler her zamanki gibi diyebiliriz, bu da 20 yıllık bir sürede iyi bir şey.
(Not: burada kayıdın bir kısmı silindiğinden cevapları özet halinde okuyacaksınız…)
Senin de söylediğin gibi Rock Republic festivali için üçüncü kez geleceksiniz. Türkiye ve buradaki fanlarınız hakkında ne düşünüyorsun? Buraya dair anıların neler?
1999’da ilk geldiğimizde ne beklemem gerektiğini bilmiyordum, ama bize derin bir fanatiklikle bağlı fanlarla karşılaştık, harika duygular yaşadık. Kendi adıma gördüğüm gezdiğim yerleri, mesela camileri hatırlıyorum, çok güzeldi.
Amerika turnesi nasıl geçti? Avrupa turnesi nasıl geçiyor?
Sold out şovlarımız oldu, genelde çok iyi geçti ve geçiyor.
(Burada, yine bazı ufak kayıplarla, kayıt devam ediyor.)
Yeni albüm RELIXIV hakkında neler anlatabilirsin bize?
Ondördüncü albümümüz olduğu için Roma rakamlarıyla 14 sayısını, relics, yani geçmişten günümüze kalan kutsal bir şey, kelimesiyle birleştirdik. Aslında daha fazla röportaj sorusu çıksın diye yaptık, hahaha!...
Başarılı oldunuz gördüğün gibi!...(gülüşmeler)
Aslında Overkill 20 yıllık bir grup ve her zaman yüksek standartlara bağlı kaldı, albümün adı bunu yansıtmaya çalışıyor bir yerde. Albümü D.D.’nin Jersey’deki stüdyosunda kaydettik bu arada, prodüktörlüğünü ve mixleri de o yaptı.
Albümdeki parçaların çeşitliliğini nasıl açıklayabilirsin? Resmi sitenizde son albümün Overkill’in köklerinin ve ilerlemesinin bir karışımı olduğunu söylemişsin. Eski parçalardan oluşmasa da bir nevi “best of” diyebilir miyiz buna? Senin kişisel favorin hangi parça?
Favori seçmek, yapım aşamasında yer aldığın zaman, zor oluyor, o yüzden RELIXIV projesine gerçekten sadece proje gözüyle bakıyorum ve her parçanın diğerleriyle uyum içinde olmasına dikkat ediyorum. Tabiî ki öne daha çok çıkan 1-2 parçanın olduğunu düşünüyorum, ama en sevdiklerim olduğunu söyleyebilir miyim bilmiyorum. Mesela “Bats in the belfry”nin dikkat çekici olduğunu düşünüyorum, öte yandan “A pound of flesh”in Overkill’in eski günlerinin taze bir yüz kazanmış hali olduğunu düşünüyorum. Parçalar grubun stil ve karakteristiklerinin bir best of’u diyebiliriz. Tabiî ki bir metal grubuyuz, ve tabiî ki başka olaylar da bizi etkiliyor, ama bu albüm bu karakteristiklerin, 1987’deki olsun, 2005’teki olsun, etkilerini yansıtıyor, ve bunların karışımı da albümü bizim için ilginç kılıyor. Yirmi yılı harmanlayıp ona yeni bir yüz kazandırabilmek - bu misyonu yerine getirdik diyebilirim.
Peki hepsini gözden geçirecek olursan, en sevdiğin bir Overkill parçası ve albümü var mı?
Bu albümün en sevdiğim olduğunu söylemek haksızlık olur, çünkü daha yeni. Sanırım HORRORSCOPE en sevdiğim albüm. Çok belirleyici bir albüm. Bizi dönüşümün başındayken yansıtıyor. Müziğe yeni groove’lar eklediğimiz dönemi. Bizim dönüm noktamız diyebilirim bu albüme.
Overkill’in albüm yapım ve kayıt aşamalarında tipik bir metodu var mı?
(Not: Bobby “metod” kelimesini “mesaj” olarak anlayıp cevaplar, Overkill’in vermek istediği mesajı açıklar. Biz de bozmayız, o da güzel çünkü…:))
Mesajımız “fırsatı yakala”dır aslında. Tutumun ve sahip olduğun felsefenle başarı elbet gelip seni bulacaktır. Daha spesifik bir mesaj arıyorsak, bu albümden albüme değişir. Ama ne olursa olsun altta her zaman pozitif bir mesaj yatar, çünkü bu 20 yıllık sürede çok başarılı bir yolculuk yaptık biz.
Web sitenizde, davulcunuz Tim Mallare ile ilgili söylentiler var. Bunları açıklayabilir misin?
Seyda, bu benim Tim’in durumuyla ilgili bilgi vereceğim ilk röportaj. Tim bir hafta önce Cuma günü gruptan ayrıldı. Ayrılmayı kendi istedi, ailevi sebeplerden ve bağlı olduğu başka şeylerden dolayı. Bu ihtimali önceden de biliyorduk aslında. Daha Şubat’ta, İspanya’daki festivali iptal etmemiz gerekti Tim’in bağlılıklarından dolayı. Grubu bırakabileceğini söylemişti bize daha önceden. Sadece tek bir davulcuyu denedik, bize tavsiye edilmişti. Bu davulcu Ron Lipnicki, Hades adlı New York’lu bir gruptan, inanılmaz bir davulcu gerçekten, Tim’in yerini “dikişsiz” bir şekilde doldurdu. Gruba girdi ve planlarımızı değiştirmek zorunda kalmadan turneye devam etmemizi sağladı. Evet, şu an Tim gruptan ayrılmış bulunuyor.
Yani artık Tim’in dönüşü gibi bir ihtimal hiç yok, öyle mi?
Sanmıyorum, bu onun kararı ve D.D. ya da benimle hiçbir ilgisi yok. Daha yeni evlendi, bazı sağlık sorunları da var, ayrıca da ilgilenmek istediği işler vardı, o yüzden bunlarla birlikte gruba devam edemeyeceği kararını aldı ve ayrıldı.
Ama herhalde ayrılığınız dostça olmuştur.
Bu grup, gelip giden birçok insan görmüştür, ama 20 yıl olduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekir. Değişime bakacak olursak, D.D. ve benim Overkill’e bağlılığımız bu 20 senede hep gelişmiştir, Derek’in de bağlılığı çok yüksektir, Dave şimdiye kadar en uzun süre bizimle çalmış gitaristtir, yani buradaki amaç aslında her durumda daima ilerlemektir. Daha önce bize yaptığımız işte bir mesaj olup olmadığını sormuştun, açıkça görülüyor ki bu bizim kişiliğimizin ve mesajımızın bir parçası, yani hiçbir durumda grup olumsuz etkilenmemeli ve gruptaki bireyler gruba bağlı olmalı. Yani hayır, Tim ve ben veya Tim ve D.D. arasında bir küskünlük yok.
İlginç gelişmeler. Yeni davulcunuzla şimdiden iyi şanslar o halde.
Onu Türkiye’de göreceksiniz!
Biraz önce dediğin gibi Overkill 20 yılı aşkın süredir var. Bir müzisyen ve metal fanı olarak ne gibi değişikliklere şahit oldun bu sürede, ve Overkill ne gibi değişikliklere uğradı?
Bu sürede gördüğüm şey, bazı şeylerin aynı kaldığı, bazılarının da değiştiği, ve bu değişimin iyi bir şey olduğu, çünkü müziğin sağlıklı kalabilmek için buna ihtiyacı var. Negatif noktalardan biri, özellikle Avrupa’da, müzik piyasasının fazlaca doymuş olması ve birçok grubun sadece yaptıkları müziğin popülaritesine göre plak şirketlerinden anlaşmalar koparması. Bu da bazen kaliteden ödün verilmesine sebep oluyor. Tabii ki harika gruplar da çıkıyor ama 20 yıl önceki o “özel şey” yok artık. Ama Shadow’s Fall gibi gerçekten iyi yeni gruplar da çıkıyor. Ayrıca yaklaşık 10 yıl önce kurulduklarından beri In Flames’in sıkı takipçisiyim. Yani pozitif gelişmelerin olduğunu düşünüyorum, negatif olanlarla birlikte. Ayrıca mesela Overkill’in çaldığı tarz müziğe de yeniden ilgi artmakta diyebilirim. Ama hiçbir zaman 20 yıl önceki etkiye sahip olacağını düşünmüyorum çünkü o zaman yepyeniydi, bir sürprizdi, o ana kadar duyulmamış bir şeydi. Biz tabii kendi bakış açımıza göre hep yeni şeyler yaratıyor olacağız, ama onlara göre hiçbir zaman başlangıçtaki etkiyi bir kez daha yaratmayacaktır.
In Flames’den bahsettin örneğin, ama artık onlar yeni sayılmaz – yenilerden dinlediğin gruplar var mı, belki de bizim henüz adını duymadığımız? Ya da ne dinlersin?
Ben bir metalciyim, dolayısıyla moduma göre dinlediklerim Motörhead’den Judas Priest’e, Slayer’den Shadow’s Fall’a kadar farklılık gösterir, sonra Disturbed, Linkin Park, God Forbid…
Motosikletlerinin üzerinde çalışırken Rolling Stones dinlediğini de söylemiştin bana…
Hahaha…doğru!
Sen buradayken politikayla çok ilgili, aynı zamanda çok tolerans sahibi bir insan olarak dikkatimi çektin. Bunu Amerikan vatandaşlarının geneli için söyleyebilir miyiz peki?
Ortalama bir Amerikalının ne olduğunu belirlemek zor elbette, bizden 280 milyon tane var! Belki benim yaşadığım bölgede tolerans daha fazladır çünkü nüfusun üçte biri kuzeydoğu’da yaşıyor, bu da sanırım orta batı ya da batı sahilindekinden daha farklı bir düşünce yapısına sebep oluyor. Bence ortalama bir Amerikalı toleranslısır, çok verici bir insandır, durumu ne olursa olsun, ama 280 milyon nüfüs tabiî ki bir yerde ayrı düşünce sistemlerine göre ayrılabilir ve her biri toleranslı değil, her biri sabırlı da değil, ama bunlar azınlıkta kalıyor bana göre.
Sen bana bir de rehabilitasyon merkezinde çalıştığını anlatmıştın. Hala devam ediyor musun buna?
Turneler çoğu zaman engel oluyor buna, ama motosiklet kulübümle bağlantılı olarak yapıyorum fırsat oldukça. Turnede olmak, şarkı yazmak vs., esas işim ve vakit harcadığım şeyler bunlar , aldıklarının bir kısmını geri vermek tabiî ki her zaman güzel bir şey ama her şeyin önceliğini bilmek ve hayatın düzenini takip etmek lazım.
Bugüne kadar yaptığınız müzikle ilgili her şey düşündüğünüz ve istediğiniz gibi miydi? Geçmişte içinize sinmeyen ve imkan olsa değiştirmek istediğiniz işler yaptınızmı?
Hiçbir zaman bir plan olmadı, işin güzelliği de burada zaten. Hala adım adım yolculuğumuza devam ediyoruz. Tabiî ki bekleyebileceğim şeyler var, tabiî ki şovların nasıl geçeceğini az çok biliyorum ama çok büyük bir heyecan var hep, bu İstanbul olsun, New York, Chicago ya da Frankfurt olsun, hiç farketmiyor, her şovdan önce o ana has bir heyecan ve karnımızın içinde kelebeklerin kanat çıptığı hissi var! Geriye baktığım zaman hataların, başarılar kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Onlar beni bir şekilde, Almanya’dan Türkiye ile telefon görüşmesi yaparak ilerideki bir şovu konuştuğumuz bu Mayıs gününe getiren şeyler. Ben gerçekten “şöyle değil de böyle yapardım” demeyi istemiyorum. Hataları gerekli ve bir şekilde beni bugüne getiren şeyler olarak kabul ediyorum. Önemli olan “neler olabilirdi” değil, bu anı yaşamak, kutlamak bence.
Herhangi bir dönemde grubu dağıtmak gibi bir düşünce oldu mu peki?
Yok, hiçbir zaman olmadı. D.D. ve ben hep sıkı sıkıya sarıldık bu gruba ve sanırım kariyerimizdeki şu ana kadar kişiliklerimizin bir parçası oldu vazgeçmeme düşüncesi. Kim bizi geri itmeye çalışırsa çalışsın, biz hep ileri itmeye çalıştık. Bilmiyorum, belki büyürken aldığımız eğitimden, belki yaşadığımız bölgedeki hayatın akışından ya da iş konusundaki genel tutumdan kaynaklanıyor olabilir bu. Overkill, bir iş olarak hep ileri gitti ve ikimiz de yaptığımız işi çok sevdiğimiz için şanslıydık hep.
Overkill’in stili son 20 yıldır radikal değişiklikler göstermedi, kaliteden de hiç ödün vermediniz. Bunu nasıl açıklıyorsun?
Sanırım D.D. ve ben çok sığ ve inatçı adamlarız, hahaha!...Geriye bakınca, sanırım sevdiğimiz şey konusunda bir standarda sahip olduğumuz için diyebiliriz. Bu da bu işin öbür yüzü: bu işi sevmek zorundayız, bu yüzden onu yüksek bir değerde ve standartta tutuyoruz. Daha önce de konuştuğumuz gibi günden güne değişiklikler oluyor. Biz sevdiğimiz şeyi yayınlıyoruz, albümden albüme gösterdiğimiz farkın en başta biz farkındayız elbette, ama dışarıdan bakan biri “Bu Overkill ve SADECE Overkill” diyebiliyor ve bu bizim için bir sorun değil, hatta daha ziyade bir iltifat kabul ediyoruz bunu.
Kesinlikle. Peki 20 yıldan sonra herhangi bir yorgunluk hissi sözkonusu mu? Yoksa ilk günkü kadar hevesli misiniz?
Dünkü şov harikaydı, çok enerjikti dendi bize, hahaha!...Ama elbette metali yeni keşfetmiş bir teenager’in heyecanı değil bu. Heyecan, konserden konsere gerçekleşen bir şey, o 90 dakika içerisinde olup biten, orada yaşadıklarımız…Yani ilk başladığımız dönemlerdeki heyecandan farklı, ama aynı değerde olan bir şey bu.
Diyorsun ki sahnedeyken seyirciyle yaşadığınız enerji alışverişi heyecan unsurunu ayakta tutuyor.
Seyda, bu bir çeşit uyuşturucu!!! (gülüşmeler) En iyisi!!!
Peki, son sorulara geçelim. Öncelikle sağlığın nasıl? Ve onu nasıl koruyorsun?
10 yıldır hala içmiyorum, hala uyuşturucu kullanmıyorum. Sanırım sağlık konusunda atmış olduğum en pozitif adımlar bunlar. Gayet iyi durumdayım, muz ve portakal yiyorum hahaha!...
Metal dergileri okuyor musun? Ve tabiî ki hangilerini?
Türkçe olanlarını değil, anlamıyorum çünkü haha…Pek okumuyorum, özellikle albüm kritiklerini. Onlara bir reklam aracı gözüyle bakıyorum. Onları yazmak gerekli belki ama benim için gerekli değiller çünkü düşüncelerimi değiştiremezler.
Peki okurlarımıza bir sözün olacak mı?
(Türkçe yardım alır) Sağolun!
Ve konsere gelsinler dimi? :)
Oh yeah, you have the last words for me, hahaha!...
(bunu da çevirttirmeyin artık bana canım!)
Bobby, çok sağol, konserde ön sıralarda biryerlerde olacağım!
Mutlaka gel uğra bize sonra!
Kesinlikle! Oradakilere selam, bye.
Ok, bye!
Overkill röportajı
Selam Seyda!
Selam Bobby! Hatırladın mı beni?
Özel tur rehberimizi nasıl unutabilirim?
Teşekkür ederim! Bobby, yeni bir dergi çıkartıyoruz, ilk röportajımız için hazır mısın?
Tabii, başlayabiliriz!
O halde şöyle girelim: Türkiye’ye iki kez gelmişliğiniz var. Son geldiğinizden beri neler oldu hayatınızda?
Grup olarak çok yoğunduk. Yeni bir albüm, yeni bir plak şirketi, Amerika turnesi, Avrupa turnesi…şimdi de yazın üçüncü kez Türkiye’ye gelmek için sabırsızlanıyorum! Yani aslına bakarsan Overkill için işler her zamanki gibi diyebiliriz, bu da 20 yıllık bir sürede iyi bir şey.
(Not: burada kayıdın bir kısmı silindiğinden cevapları özet halinde okuyacaksınız…)
Senin de söylediğin gibi Rock Republic festivali için üçüncü kez geleceksiniz. Türkiye ve buradaki fanlarınız hakkında ne düşünüyorsun? Buraya dair anıların neler?
1999’da ilk geldiğimizde ne beklemem gerektiğini bilmiyordum, ama bize derin bir fanatiklikle bağlı fanlarla karşılaştık, harika duygular yaşadık. Kendi adıma gördüğüm gezdiğim yerleri, mesela camileri hatırlıyorum, çok güzeldi.
Amerika turnesi nasıl geçti? Avrupa turnesi nasıl geçiyor?
Sold out şovlarımız oldu, genelde çok iyi geçti ve geçiyor.
(Burada, yine bazı ufak kayıplarla, kayıt devam ediyor.)
Yeni albüm RELIXIV hakkında neler anlatabilirsin bize?
Ondördüncü albümümüz olduğu için Roma rakamlarıyla 14 sayısını, relics, yani geçmişten günümüze kalan kutsal bir şey, kelimesiyle birleştirdik. Aslında daha fazla röportaj sorusu çıksın diye yaptık, hahaha!...
Başarılı oldunuz gördüğün gibi!...(gülüşmeler)
Aslında Overkill 20 yıllık bir grup ve her zaman yüksek standartlara bağlı kaldı, albümün adı bunu yansıtmaya çalışıyor bir yerde. Albümü D.D.’nin Jersey’deki stüdyosunda kaydettik bu arada, prodüktörlüğünü ve mixleri de o yaptı.
Albümdeki parçaların çeşitliliğini nasıl açıklayabilirsin? Resmi sitenizde son albümün Overkill’in köklerinin ve ilerlemesinin bir karışımı olduğunu söylemişsin. Eski parçalardan oluşmasa da bir nevi “best of” diyebilir miyiz buna? Senin kişisel favorin hangi parça?
Favori seçmek, yapım aşamasında yer aldığın zaman, zor oluyor, o yüzden RELIXIV projesine gerçekten sadece proje gözüyle bakıyorum ve her parçanın diğerleriyle uyum içinde olmasına dikkat ediyorum. Tabiî ki öne daha çok çıkan 1-2 parçanın olduğunu düşünüyorum, ama en sevdiklerim olduğunu söyleyebilir miyim bilmiyorum. Mesela “Bats in the belfry”nin dikkat çekici olduğunu düşünüyorum, öte yandan “A pound of flesh”in Overkill’in eski günlerinin taze bir yüz kazanmış hali olduğunu düşünüyorum. Parçalar grubun stil ve karakteristiklerinin bir best of’u diyebiliriz. Tabiî ki bir metal grubuyuz, ve tabiî ki başka olaylar da bizi etkiliyor, ama bu albüm bu karakteristiklerin, 1987’deki olsun, 2005’teki olsun, etkilerini yansıtıyor, ve bunların karışımı da albümü bizim için ilginç kılıyor. Yirmi yılı harmanlayıp ona yeni bir yüz kazandırabilmek - bu misyonu yerine getirdik diyebilirim.
Peki hepsini gözden geçirecek olursan, en sevdiğin bir Overkill parçası ve albümü var mı?
Bu albümün en sevdiğim olduğunu söylemek haksızlık olur, çünkü daha yeni. Sanırım HORRORSCOPE en sevdiğim albüm. Çok belirleyici bir albüm. Bizi dönüşümün başındayken yansıtıyor. Müziğe yeni groove’lar eklediğimiz dönemi. Bizim dönüm noktamız diyebilirim bu albüme.
Overkill’in albüm yapım ve kayıt aşamalarında tipik bir metodu var mı?
(Not: Bobby “metod” kelimesini “mesaj” olarak anlayıp cevaplar, Overkill’in vermek istediği mesajı açıklar. Biz de bozmayız, o da güzel çünkü…:))
Mesajımız “fırsatı yakala”dır aslında. Tutumun ve sahip olduğun felsefenle başarı elbet gelip seni bulacaktır. Daha spesifik bir mesaj arıyorsak, bu albümden albüme değişir. Ama ne olursa olsun altta her zaman pozitif bir mesaj yatar, çünkü bu 20 yıllık sürede çok başarılı bir yolculuk yaptık biz.
Web sitenizde, davulcunuz Tim Mallare ile ilgili söylentiler var. Bunları açıklayabilir misin?
Seyda, bu benim Tim’in durumuyla ilgili bilgi vereceğim ilk röportaj. Tim bir hafta önce Cuma günü gruptan ayrıldı. Ayrılmayı kendi istedi, ailevi sebeplerden ve bağlı olduğu başka şeylerden dolayı. Bu ihtimali önceden de biliyorduk aslında. Daha Şubat’ta, İspanya’daki festivali iptal etmemiz gerekti Tim’in bağlılıklarından dolayı. Grubu bırakabileceğini söylemişti bize daha önceden. Sadece tek bir davulcuyu denedik, bize tavsiye edilmişti. Bu davulcu Ron Lipnicki, Hades adlı New York’lu bir gruptan, inanılmaz bir davulcu gerçekten, Tim’in yerini “dikişsiz” bir şekilde doldurdu. Gruba girdi ve planlarımızı değiştirmek zorunda kalmadan turneye devam etmemizi sağladı. Evet, şu an Tim gruptan ayrılmış bulunuyor.
Yani artık Tim’in dönüşü gibi bir ihtimal hiç yok, öyle mi?
Sanmıyorum, bu onun kararı ve D.D. ya da benimle hiçbir ilgisi yok. Daha yeni evlendi, bazı sağlık sorunları da var, ayrıca da ilgilenmek istediği işler vardı, o yüzden bunlarla birlikte gruba devam edemeyeceği kararını aldı ve ayrıldı.
Ama herhalde ayrılığınız dostça olmuştur.
Bu grup, gelip giden birçok insan görmüştür, ama 20 yıl olduğunu da göz önünde bulundurmamız gerekir. Değişime bakacak olursak, D.D. ve benim Overkill’e bağlılığımız bu 20 senede hep gelişmiştir, Derek’in de bağlılığı çok yüksektir, Dave şimdiye kadar en uzun süre bizimle çalmış gitaristtir, yani buradaki amaç aslında her durumda daima ilerlemektir. Daha önce bize yaptığımız işte bir mesaj olup olmadığını sormuştun, açıkça görülüyor ki bu bizim kişiliğimizin ve mesajımızın bir parçası, yani hiçbir durumda grup olumsuz etkilenmemeli ve gruptaki bireyler gruba bağlı olmalı. Yani hayır, Tim ve ben veya Tim ve D.D. arasında bir küskünlük yok.
İlginç gelişmeler. Yeni davulcunuzla şimdiden iyi şanslar o halde.
Onu Türkiye’de göreceksiniz!
Biraz önce dediğin gibi Overkill 20 yılı aşkın süredir var. Bir müzisyen ve metal fanı olarak ne gibi değişikliklere şahit oldun bu sürede, ve Overkill ne gibi değişikliklere uğradı?
Bu sürede gördüğüm şey, bazı şeylerin aynı kaldığı, bazılarının da değiştiği, ve bu değişimin iyi bir şey olduğu, çünkü müziğin sağlıklı kalabilmek için buna ihtiyacı var. Negatif noktalardan biri, özellikle Avrupa’da, müzik piyasasının fazlaca doymuş olması ve birçok grubun sadece yaptıkları müziğin popülaritesine göre plak şirketlerinden anlaşmalar koparması. Bu da bazen kaliteden ödün verilmesine sebep oluyor. Tabii ki harika gruplar da çıkıyor ama 20 yıl önceki o “özel şey” yok artık. Ama Shadow’s Fall gibi gerçekten iyi yeni gruplar da çıkıyor. Ayrıca yaklaşık 10 yıl önce kurulduklarından beri In Flames’in sıkı takipçisiyim. Yani pozitif gelişmelerin olduğunu düşünüyorum, negatif olanlarla birlikte. Ayrıca mesela Overkill’in çaldığı tarz müziğe de yeniden ilgi artmakta diyebilirim. Ama hiçbir zaman 20 yıl önceki etkiye sahip olacağını düşünmüyorum çünkü o zaman yepyeniydi, bir sürprizdi, o ana kadar duyulmamış bir şeydi. Biz tabii kendi bakış açımıza göre hep yeni şeyler yaratıyor olacağız, ama onlara göre hiçbir zaman başlangıçtaki etkiyi bir kez daha yaratmayacaktır.
In Flames’den bahsettin örneğin, ama artık onlar yeni sayılmaz – yenilerden dinlediğin gruplar var mı, belki de bizim henüz adını duymadığımız? Ya da ne dinlersin?
Ben bir metalciyim, dolayısıyla moduma göre dinlediklerim Motörhead’den Judas Priest’e, Slayer’den Shadow’s Fall’a kadar farklılık gösterir, sonra Disturbed, Linkin Park, God Forbid…
Motosikletlerinin üzerinde çalışırken Rolling Stones dinlediğini de söylemiştin bana…
Hahaha…doğru!
Sen buradayken politikayla çok ilgili, aynı zamanda çok tolerans sahibi bir insan olarak dikkatimi çektin. Bunu Amerikan vatandaşlarının geneli için söyleyebilir miyiz peki?
Ortalama bir Amerikalının ne olduğunu belirlemek zor elbette, bizden 280 milyon tane var! Belki benim yaşadığım bölgede tolerans daha fazladır çünkü nüfusun üçte biri kuzeydoğu’da yaşıyor, bu da sanırım orta batı ya da batı sahilindekinden daha farklı bir düşünce yapısına sebep oluyor. Bence ortalama bir Amerikalı toleranslısır, çok verici bir insandır, durumu ne olursa olsun, ama 280 milyon nüfüs tabiî ki bir yerde ayrı düşünce sistemlerine göre ayrılabilir ve her biri toleranslı değil, her biri sabırlı da değil, ama bunlar azınlıkta kalıyor bana göre.
Sen bana bir de rehabilitasyon merkezinde çalıştığını anlatmıştın. Hala devam ediyor musun buna?
Turneler çoğu zaman engel oluyor buna, ama motosiklet kulübümle bağlantılı olarak yapıyorum fırsat oldukça. Turnede olmak, şarkı yazmak vs., esas işim ve vakit harcadığım şeyler bunlar , aldıklarının bir kısmını geri vermek tabiî ki her zaman güzel bir şey ama her şeyin önceliğini bilmek ve hayatın düzenini takip etmek lazım.
Bugüne kadar yaptığınız müzikle ilgili her şey düşündüğünüz ve istediğiniz gibi miydi? Geçmişte içinize sinmeyen ve imkan olsa değiştirmek istediğiniz işler yaptınızmı?
Hiçbir zaman bir plan olmadı, işin güzelliği de burada zaten. Hala adım adım yolculuğumuza devam ediyoruz. Tabiî ki bekleyebileceğim şeyler var, tabiî ki şovların nasıl geçeceğini az çok biliyorum ama çok büyük bir heyecan var hep, bu İstanbul olsun, New York, Chicago ya da Frankfurt olsun, hiç farketmiyor, her şovdan önce o ana has bir heyecan ve karnımızın içinde kelebeklerin kanat çıptığı hissi var! Geriye baktığım zaman hataların, başarılar kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Onlar beni bir şekilde, Almanya’dan Türkiye ile telefon görüşmesi yaparak ilerideki bir şovu konuştuğumuz bu Mayıs gününe getiren şeyler. Ben gerçekten “şöyle değil de böyle yapardım” demeyi istemiyorum. Hataları gerekli ve bir şekilde beni bugüne getiren şeyler olarak kabul ediyorum. Önemli olan “neler olabilirdi” değil, bu anı yaşamak, kutlamak bence.
Herhangi bir dönemde grubu dağıtmak gibi bir düşünce oldu mu peki?
Yok, hiçbir zaman olmadı. D.D. ve ben hep sıkı sıkıya sarıldık bu gruba ve sanırım kariyerimizdeki şu ana kadar kişiliklerimizin bir parçası oldu vazgeçmeme düşüncesi. Kim bizi geri itmeye çalışırsa çalışsın, biz hep ileri itmeye çalıştık. Bilmiyorum, belki büyürken aldığımız eğitimden, belki yaşadığımız bölgedeki hayatın akışından ya da iş konusundaki genel tutumdan kaynaklanıyor olabilir bu. Overkill, bir iş olarak hep ileri gitti ve ikimiz de yaptığımız işi çok sevdiğimiz için şanslıydık hep.
Overkill’in stili son 20 yıldır radikal değişiklikler göstermedi, kaliteden de hiç ödün vermediniz. Bunu nasıl açıklıyorsun?
Sanırım D.D. ve ben çok sığ ve inatçı adamlarız, hahaha!...Geriye bakınca, sanırım sevdiğimiz şey konusunda bir standarda sahip olduğumuz için diyebiliriz. Bu da bu işin öbür yüzü: bu işi sevmek zorundayız, bu yüzden onu yüksek bir değerde ve standartta tutuyoruz. Daha önce de konuştuğumuz gibi günden güne değişiklikler oluyor. Biz sevdiğimiz şeyi yayınlıyoruz, albümden albüme gösterdiğimiz farkın en başta biz farkındayız elbette, ama dışarıdan bakan biri “Bu Overkill ve SADECE Overkill” diyebiliyor ve bu bizim için bir sorun değil, hatta daha ziyade bir iltifat kabul ediyoruz bunu.
Kesinlikle. Peki 20 yıldan sonra herhangi bir yorgunluk hissi sözkonusu mu? Yoksa ilk günkü kadar hevesli misiniz?
Dünkü şov harikaydı, çok enerjikti dendi bize, hahaha!...Ama elbette metali yeni keşfetmiş bir teenager’in heyecanı değil bu. Heyecan, konserden konsere gerçekleşen bir şey, o 90 dakika içerisinde olup biten, orada yaşadıklarımız…Yani ilk başladığımız dönemlerdeki heyecandan farklı, ama aynı değerde olan bir şey bu.
Diyorsun ki sahnedeyken seyirciyle yaşadığınız enerji alışverişi heyecan unsurunu ayakta tutuyor.
Seyda, bu bir çeşit uyuşturucu!!! (gülüşmeler) En iyisi!!!
Peki, son sorulara geçelim. Öncelikle sağlığın nasıl? Ve onu nasıl koruyorsun?
10 yıldır hala içmiyorum, hala uyuşturucu kullanmıyorum. Sanırım sağlık konusunda atmış olduğum en pozitif adımlar bunlar. Gayet iyi durumdayım, muz ve portakal yiyorum hahaha!...
Metal dergileri okuyor musun? Ve tabiî ki hangilerini?
Türkçe olanlarını değil, anlamıyorum çünkü haha…Pek okumuyorum, özellikle albüm kritiklerini. Onlara bir reklam aracı gözüyle bakıyorum. Onları yazmak gerekli belki ama benim için gerekli değiller çünkü düşüncelerimi değiştiremezler.
Peki okurlarımıza bir sözün olacak mı?
(Türkçe yardım alır) Sağolun!
Ve konsere gelsinler dimi? :)
Oh yeah, you have the last words for me, hahaha!...
(bunu da çevirttirmeyin artık bana canım!)
Bobby, çok sağol, konserde ön sıralarda biryerlerde olacağım!
Mutlaka gel uğra bize sonra!
Kesinlikle! Oradakilere selam, bye.
Ok, bye!
Yorumlar
Yorum Gönder