Abigail Kış Tatilinde / Bölüm 3



Ve yine kaldığımız yerden devam ediyoruz:

2 Şubat 2011, Çarşamba

Sabah sabah Defne Joy Foster’in ölüm haberini alıyorum. Kendisiyle hiç alakam olmasa da hep sevimli bulurdum. Bir kez de Bodrum’da at bindiğim yerde bir köpek yarışmasını sunmuştu tüm enerjisi ve şirinliği ile. Bir genç insanın hikayesi daha böyle pat diye son buluverdi.

İnsanı böyle ölümler hep benzer düşüncelere sevk eder. Hiçbir şeyin garantisi yok, ne kadar vaktimiz kaldığını hiçbirimiz bilmiyoruz, her an her şey bitebilir ve bunun bilincinde yaşamalıyız diye düşünürüz hepimiz en azından bir süre için.

Ne yazık ki bazılarımız fazla ciddiye alır bu hayatı, ve bu yaşam süresi için kendilerine verilmiş olan, “şirket arabası” benzetmesini uygun gördüğüm, bedeni. Hatta kendilerine verilmiş şirket arabasını kendi marifetleri sananlar vardır eğer şöyle yılan gibi spor bir model verilmişse kendilerine. Oysa arabanın dışı, rengi, modeli değil, içindeki şoför ve o arabayı nasıl kullandığıdır önemli olan.

Percy Bysshe Shelley’nin Ozymandias şiiri ne güzel özetler yaşamla ilgili akılda tutulması gerekenleri…

Bu ölüm üzerine yapılan bazı yorumları gördüğümde ise çok sık yaşadığım yabancılaşmalardan birini yaşadım. Bazen “insan” denen ırka nelerin dahil olduğuna inanmak güç oluyor. Sonra düşündüm, acaba bugün ben ölsem ne olur? “Benim arkamdan ne konuşulur?” sorusu herkesin zihnini kurcalamıştır illaki. Ailem için bu sorunun cevabı az çok belli, onları kast etmiyorum. Ama ya diğerleri? Bu konuda çok şey söylenebilir ama susmak en doğrusu. Zaten giden için bir şey fark etmeyecektir. Arkadan söylenecek her söz sahiplerini bağlayacaktır sadece.

Bu gibi düşüncelere dalmış halde evden çıkıyorum. Çipli pasaport edinmeliyim, bu yüzden biometrik fotoğraf lazım. Bir anda dünyevi işlerin tüm çiğliği sarmış durumda yine etrafımı: “Saçlar kulak arkasında olacak! Küpe yok! Dur, oradan bir saç kıvrıldı! Gülümseme! Az gülümse!” EAH!!! Bu ne be! Amaç ne??? “Maymun gibi çık da daha ülkemize ilk adımını attığında pasaport kontrol görevlisine rezil ol, güzelce bir burnun sürtülsün seyahat etmeye cüret ettiğin için!” mi???

Oysa eski pasaportlarımda ne güzel normal vesikalıklarım var. Ama yenisini göstermemek için sanırım Passport Control noktalarında görevlilerle baya bi mücadele edeceğim! Ölümcül günahlardan biri devreye girecek burada – kibir!

Sinir bozukluğu içinde bir alışveriş merkezine attım kendimi. Belki henüz almadığım bir Norveç kazağı vardır.

3 Şubat 2011, Perşembe

Sabahtan beri mutlu bir heyecan var üzerimde. Akşama Impaled Nazarene konseri var! 90larda çok eğlenerek dinlediğimiz bu deliler ilk kez Türkiye’ye geliyorlar. Ölümüne sevdiğim bir grup filan değillerse de çok ama çok merak ediyorum sahnelerini, çok uzun zamandır iple çekiyorum konseri.

Öncesinde sahne alacak olan Theatres des Vampires ile de Delikasap için röportaj yapalım dedi Murat (Arda), o iş de var. Gerçi hiç tarzım değiller ama bu röportaja engel değil elbette.

Arada Hakan’cım (Kahraman) arıyor çağırıyor, hatta erken gelmemi, biraz konser öncesi takılmamızı öneriyor. Onu da özlediğim için planımı seve seve bu yönde yapıyorum.

Fakat kaderin bir cilvesi ile sevdiceğim konsere gidemeyecek kadar hasta oluyor, o hastayken onsuz gitmek de vicdanıma sığmıyor, ben de vazgeçiyorum böylece. Hiç rakınrol bir hareket değil belki ama ne yapalım, içim rahat etmezdi.

Şimdi burada fedakarlık üzerine de çok şey söylenebilirdi ama bunu da yine herkesin kendi vicdanına bırakmak lazım. Sustum ben.

4 Şubat 2011, Cuma

Bugün pasaport işlemleri için erkenden kalkıp Eminönü’ne gitmek var programda. Tatil tatil o kadar erken kalkmak doğal baykuş ritmime çok aykırı olsa da pasaport bu, yapacak bir şey yok! Günün bir bölümü devlet dairelerinde geçtikten sonrası pek spektaküler olmayan şekilde tivi önünde ve kitap sayfalarının aralarında devam ediyor.

5 Şubat 2011, Cumartesi – 6 Şubat 2011, Pazar

Hafta sonu yorucu!

Alışveriş merkezi sonrası çok sevgili arkidişlerimiz Pınar-Umur Akaydın çiftini ziyarete gidiyoruz. Yavruları bir geceliğine anneannede kaldığı için sabaha kadar konuşma fırsatı doğuyor, fırsatı sömürdükçe sömürüyoruz. Pazar sabahı eve dönüyoruz ve aynı sabah anneme kahvaltıya da gidiyoruz!

Pazarın eve döndükten sonra geri kalanı iyi geçmiyor. Dengeler bozulunca tabii.

7 Şubat 2011, Pazartesi

Sabah bir takım işlerimi hallettikten sonra annemle Bağdat Caddesi’ne çıkıyoruz. Hava bahar havası, hırka ile çıkmak yetiyor. Çok saçma, aylardan Şubat olm!!! Biraz yürüyüş sonrasında Cafe Cadde’de bir mola veriyoruz. Ortalık tıklım tıklım, sanırsın ki herkes tatil, ya da hiç kimsenin işi gücü yok. Yalnız kalabalığa baktıkça hep aynı insanları görüyorum sanki. Guitar Hero’daki seyirciler gibi sanırım Bağdat Caddesi’nde de aynı 3-5 insanı bilgisayar ile çoğaltmışlar. Erkek ve kadın ırklarının farklı yaş gruplarından birer örnek al, en son trendlere göre giydir, sonra kompütür cenereytıd olarak çoğalt, projeksiyonlarını sal ortalığa, oldu sana Bağdat Caddesi.

8 Şubat 2011, Salı

Çok saçma ama YİNE Bağdat Caddesi’ndeyim! Üstelik taksimetre 6.66 yazdı! Bu bir işaret mi? Burada olmamalı mıyım iki gün üst üste? Naapiim hava güzel, burada da buluşulası Pınar var, onunla öğlen yimee yiyoruz. Sonra o işe dönüyor, ben de dükkanlara. Bir yandan da etraftaki kadınlara baktıkça merak ediyorum, neden bir karış suratla alışveriş yapıyorlar? Bir iğrenme, bir tiksinme, bir mutsuzluk ifadesidir gidiyor. Sanırsın ki silah zoruyla alışverişe yollamışlar o hanımefendileri. Sanırsın ki en son moda çantalara, elbiselere değil, b.ka bakıyorlar. E çıkma alışverişe o kadar tiksiniyorsan?

Bir de yürürken en ufak bir yer vermeyi, en ufak bir manevra yapmayı karşıdan gelene taviz vermek olarak görenleri var ki kendi kişiliklerinin sağlamlığından emin olmamızı istercesine dozer gibi gelir geçerler. Ama tatlım, ben senin kişiliğinin ancak gelişmemiş olduğundan emin oluyorum öyle yaptığında! İstediğin kadar takmış takıştırmış, giyinmiş kuşanmış ol o pahalı ıvır zıvırı, içindeki zavallıyı saklayamıyorsun onlarla. Medeni ve olgun bir insan yolda, dükkanda başka birine de yol açmayı, belki bir “pardon” demeyi, belki bir gülümsemeyi, hem başkalarına, hem kendine olan saygısından yapar.

Ama bu tayfa genelde zaten gözgöze gelmekten korktuklarından ruh yoksunu gözlerini ve boş bakışlarını koskoca gözlüklerin arkasında saklarlar. Dokunulmazlık hissi verir o gözlükler, arkasına saklanılacak bir paravan gibidir onlar için. Ya da hepsinin ışık hassasiyeti var benim gibi, bilmiyorum. J

Bak hazır sinirlenmişken sakız çiğneyerek dolaşan kitleye de değineyim: iğrençsiniz! O koca ağzın içinde dönüp duran o koca dil, ve o beyaz şekilsiz şeyin görüntüsü ağzınızı kırmak istememe sebep oluyor en basitinden. Hele ki o “şlak, şlap” sesleri yok mu! Iyyyyy düşününce bile ürperdim!

Neyse, küçük minik alışverişlerden sonra Bostancı yönünde yürüyerek devam ediyorum. Yine aynı Guitar Hero kalabalığı var. Aynı düz fönlü saçlı, dizüstü Pretty Woman çizmeli, kendi tarzı olmayan, ama bir moda dergisinden fırlamış gibi kızdan o kadar çok var ki gerçek olamaz bunlar hakikaten canım aaa. Bir de kırmızı ruj belli ki moda olmuş Küçük Sırlar dizisiyle beraber. Ben mi nereden biliyorum o diziyi? Valla içinde “Su’cuğum” diye hitaplar geçen bir diziyi bilmemek çok yazık olurdu hahaha!

Uzun yürüyüşüm Remzi Kitabevi’ne vardığımda hak edilmiş ödülüne kavuşuyor. Kitapçılarda kendini kaybeden bünyemi bir Tenten, bir edebiyat araştırması, bir de dergi ile geçici olarak sakinleştiriyorum ve içerideki cafe’ye yerleşip yeni “av”larıma göz gezdirmeye başlıyorum. En sevdiğim cafe türü kitap evlerinin içerisindeki cafe’lerdir. Hem insanlar sessizdir ya da ancak mırıl mırıl konuşur, hem de etraftaki onca kitap ve dergi dolu raf bana inanılmaz bir huzur ve sıcaklık yayar. Ev gibi.

O sırada Funda’cığım arıyor ve hemen onunla da bir buluşma ayarlıyoruz. Sabah 11.30’da evden çıkmış bir insanım, sevgili kocam Rock FM’den dönmeden az evvel eve dönmeyi başarıyorum ancak! Gezegen.

Yorumlar

  1. ex-stajyer insan Zeynep17 Şubat 2011 03:12

    şirket arabası benzetmene eriyip bitmişken, bir de guitar hero seyircisi benzetmenle gecenin bu vaktinde beni benden aldın Seyda'cım.. ee nası denir: zihnine sağlık!

    YanıtlaSil
  2. zeynepcim senden bu yorumu almak çok mutlu etti!:)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Megadeth'in ilk İstanbul konseri

Rock the Nations Festival I

TANKARD Konseri, 12 Şubat 2011