Abigail Kış Tatilinde / Bölüm 4


9 Şubat 2011, Çarşamba

O nasıl rüyaydı yahu.

Atımla ormanda gezintideyiz. Ortalıkta türlü çeşit orman hayvanatı geziniyor, rakunlar, yaban domuzları, geyikler, kirpiler, tavşanlar, tilkiler…Derken bir kaplan (ne işi varsa orada – kendi habitat’ı bile değil!) peşimize düşüyor. Dörtnala kaçsak da çamurlu bir tepeye geliyoruz, ondan sonrası dişle tırnakla mücadele. En son kaplanın burnuna dirsekle vurduğumu hatırlıyorum. Gece yatmadan fazla Nat Geo Wild izlemişim yine.

Bugün sanırım dünya tarihinin en sıkıcı günlerinden biri, since the beginning of mankind. Sadece ev işleri, cheesecake yapımı, buharda sebze pişirimi, feysbukta tavşan, öylece geçip giden bir gün.

Ama günü güzel bitirmek için naapıcaz? Tabiî ki Muhteşem Sülüman izleyip eğleneceğiz şimdi! Ala! (Koskoca Kanuni Sultan Süleyman’ı da bundan sonra Sülüman olarak bilecek olmamız da ne acı).

Bu seferki sayı (evet, ısrarla sayı!) adeta 300 gibi çizgi film şiddet estetiğiyle başlıyor. İlginçtir ki tek damla Osmanlı kanı dökülmüyor Belgrad kalesi düşerken! Neyse tabii, Hürrem Hatun o kadar sevdiği hükümdarının adını hala doğru düzgün öğrenemiyorsa savaşta da Osmanlı kanı dökülmemesi gerçeklikten uzak değildir…

Hasodabaşı Pargalı İbrahim’in tüm karizmasını bir kenara bırakarak ona da laflar hazırlamıştım ama şimdi içime attım yine, sarayda onca manyakla uğraşırken ne yapsın o da? Üstelik Hatice Sultan’la parmaklarının değdiği sahnedeki bakışları, Belgrad’da ondan gelen mektubu okuduktan sonraki “Hürrem hamile miymiş!” repliğindeki öküzlüğü de unutturdu (Yok vazgeçtim, unutturmadı! Olm aylar sonra sevdiğinden mektup almışsın, vereceğin tepki bu mu ha bu mu?)

Gelelim diğerlerine. Mahidevran’ı genel itibariyle ne kadar anlayışla karşılasam da Gülşah’ı satması hiç olmadı. Ama Sülüman da bir Rus köle uğruna Mahidevran’ı sattığına göre ailede var denilebilir bu huy. Yarın öbürgün Muhteşem Sülüman Han Hazretleri “Iyyy kusuyo bu!” diye Hürrem’i terastan atarsa hiç şaşmam. Yahu sen ki koskoca Sülüman, onca adamı kesip biçerken onların içi dışına çıkarken hiç mi kokmuyor, o dökülen barsaklar filan hiç mi iğrenç değil? Bir de bütün bu entrikalar devamlı Süklüm Ağa ve Gandalf Hatun’a dert olarak geri dönüyor ya, onlara pek üzülüyorum ben.

Daha birçok detayla yine pek eğlendiğim bir bölüm oldu neticede. Böylece günü güzel tamamlamış olduk.

Bir tek şunu eklemek isterim: ey sevgili metal gruplarımız – neden hala hiçbiriniz mehter altyapılı Turkish Battle Metal yapmadınız? Nasıl gaz bir şey çıkar ortaya hayal bile edemiyorum!

10 Şubat 2011, Perşembe

Sabah bir takım hastane işleri, öğleden sonra IKEA canım benim. İnsanların ne kadar çok yavruladığına şaşırdığım, eşyalarımı karıştıran yaramaz bir veledi de “Şşşşt elleme!” diye ağlattığım bir gün. What a sissy.

11 Şubat 2011, Cuma

Yahu göz göre göre tatil bitecek!

Ev işleri, masa toplama, dosya düzenleme, şu bu derken yine bitti koca bir gün. Burada yazı yazacağıma gider film izlerim!

12 Şubat 2011, Cumartesi- 13 Şubat 2011, Pazar

Bugüne ayrı bir yazı yazılmalı. Zira TANKARD konser günüdür bugün!

İşte linki: http://seydababaoglu.blogspot.com/2011/02/tankard-konseri-12-subat-2011.html

Böylece Temas konseri ile başlayan tatili Tankard ile bitirerek son derece rakınrol bir nokta koymuş olduk.

Pazar akşamını ise yine gayet rockstarlık dolu bir film seçimi ile değerlendirdik: Get Him To The Greek, Lars Ulrich’in de kendisini oynadığı son derece eğlenceli bir film. Bununla finaline ulaşan sevgili tatilimi son kez kocaman kucaklar ve kaçar ben.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Megadeth'in ilk İstanbul konseri

Rock the Nations Festival I

TANKARD Konseri, 12 Şubat 2011