Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Asafated konseri, Kemancı, 27 Kasım 2010

Resim
27 Kasım 2010 günü, en kötü günümüz böyle olsun dileğini hak eden günlerden oldu. Asap bozucu lodos bile asabımızı bozamadı, zira gündüzün tamamını çok sevdiğim insanlarla çok sevdiğim bir atmosferde geçirdik. Akşam olunca da dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına demir attık: Kemancı biz gittiğimizde henüz boştu, soundcheck ile uğraşan Tanju-Atilla-Burak-Barbaros kadrosu ve birkaç sıkı dost dışında. Ancak kısa bir süre sonra mekan, daha doğrusu bahçesi (sigara içmek hala niye bitmedi ya?) düzenli bir insan akımına uğramaya başladı. Asafated’i en başından beri bilen, takip eden, mensubu olduğumuz dino tayfa da vardı, şimdi yakalamış olan genç tayfa da. Nihayet grup için Kemancı’yı doldurmuş hıncahınç kalabalığın beklenti dolu gözleriyle karşılaşma ve beklentileri fazlasıyla karşılama vakti geldi. Saat 22.00 gibi sahne aldıklarında, daha ilk notalar basıldığında, zaman yolculuğumuz başladı, 15 yıl öncesine döndük… 1995 yılı, Levent Concert Hall…Sahnede Asafated’i ilk kez gördüğüm gün.

Linç kültürü

Resim
Bugünlerde sadece medya’nın değil, sosyal paylaşım sitelerinin de gündemdeki konusu U2’nun ilk Türkiye ziyareti. Ben de son yazımda U2 ile ilgili bir şeyler karalamıştım ve yorumları izleyeceğimi söyleyerek bitirmiştim. Bu konser vesilesiyle yine çok net olarak gördüğümüz bir husus var, o da bir kısım Türk insanının tanımadan, bilmeden, anlamadan-dinlemeden adam asmaya, yargısız infaza ne kadar meraklı ve ne kadar kolay yönlendirilebilir olduğu. Bu “mob” zihniyeti ve ağızlardan salyalar akıtarak linç etme arzusu bana bazen 21. yüzyılda değil de karanlık çağlarda yaşadığımızı düşündürüyor. Cehaletin verdiği cesaret, az gelişmişliğin verdiği kompleksli “asarız-keseriz” tavrı sanal alemde de en az sokakta olduğu kadar mevcut. İlkellik dizboyu, ama analitik, rasyonel, soğukkanlı yaklaşım yok denecek kadar az. Üstelik bahsettiğimiz toplumun hesapta okumuş-etmiş, klavye başında oturan sınıfı! İnsanları istediğiniz yönde etkilemek, istediğiniz yöne çekmek o kadar kolay ki. Tren

Lord Vader, Bono ve Ben

Resim
Şu anda iki gençlik idolüm de İstanbul’da! Hatta biri şu an Caddebostan’da imza dağıtıyor. Diğeri ise bugün Boğaz Köprüsünü yürüyerek geçecek, ve tabiî ki daha birçok görüşme yapacak. Darth Vader ve Caddebostan ‘ı aynı cümlede kullanabilmek çok acayip. Onu ilk gördüğüm an, 1977’de Almanya’da bir sinemada gerçekleşti. Yedi yaşındaydım, annem ve babam ile ilk Star Wars filmini izlemekteydik, ve beyazperdede o belirdi! Zaten filmin ilk dakikalarında Luke Skywalker’a bir çocuğun şıpsevdi duygularıyla aşık olmuştum bile, ama Lord Vader bambaşkaydı! Karanlık tarafı cazip kılan karizma ve gizemin şekil bulmuş haliydi. Star Wars varolduğundan beri çok ciddi bir SW fanı olmamda en büyük rolü kuşkusuz David Prowse’un canlandırdığı bu Sith Lord oynadı. Fakat bu eski Jedi şövalyesinin yanı sıra başka bir şövalye de şu anda şehrimizde geziniyor. Paul Hewson, ya da sahne adıyla bilinen, “güzel ses” Bono Vox, kurulduğu günden beri asla kadro değişikliğine uğramamış grubu ile – bana gör

Kral’dan son haberler

Resim
Bir Haziran gecesi King Diamond ’u aradım, hem geçmiş doğum gününü kutlamak, hem hal hatır sormak için. İşte size bu bir saati hayli geçen konuşmanın kısa bir özeti: Dünya kupası günlerine denk geldiği için tabiî ki ilk önce seyretmeyi yeni bitirdiği maç hakkında konuştuk (Honduras-İspanya idi galiba). Kendisinin de futbol geçmişi olduğundan hiçbir maçı kaçırmayan King için benden daha kötü bir futbol sohbet partneri bulunamayacağını “Kocam da bu top peşinde koşturan adamları seyrediyor J ” dan öteye gitmeyen yorumlarımla belli ettim. Bu konuda klişe kadın gerekliliklerini bir bir yerine getirdiğimi, Metehan’ın da benim at tutkuma “Eee, o at şimdi oradan atladı da nooldu?” diyerek tepki verdiğini anlattım. Böylece gülerek ilk konuyu geçtik, sağlığı çok daha önemliydi, onu sormak istiyordum. Çok ağır bel ve sırt sorunları ve fıtıklarla uğraşan King, geçen bir sene boyunca hiç oturamadığını, ya ayakta durabildiğini, ya da düz yatabildiğini anlattı. Daha yeni yeni oturma ey

Zeytinli Rock Fest, 5 Ağustos 2010

Resim
Bir önceki yazımda rock fest'ten başka herşeyden bahsettiğime göre şimdi gerçekten biraz burada olan biteni özetleyelim. Efenim 4 Ağustos gecesi sabah 4'lere kadar Emre Aydın dinlemek zorunda kalıp uyuyamayan organizmalarımızı 5 Ağustos sabahının erken saatlerinde yine ayağa diktik. Sevgili eşim Metehan Mert Çakır'ın Rock FM 94.5'in genel yayın yönetmeni oluşu demek, her türlü yayın ile ilgilenmek zorunda olması demek bir ton başka işin yanısıra. Dolayısıyla sabah saatlerindeki Rabarba programıyla da ilgilenmek durumunda kalıyor, ardından da kahvaltıya koşturuyoruz. Buradaki kahvaltı bizi Tang manyağı yaptı. Kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir içecek yoklukta pek de değerli olabiliyor! "Gitmeden bir Tang daha yapıştıralım!" repliği en çok duyulan repliklerden biri oldu. Bugün kahvaltıda Helldorado tayfası ile de karşılaşıyoruz. İnsan bir terlik getirir dimi sevgili Norveçli dostlar - çıplak ayakla dolaşmak pis bişi!:) Kahvaltı masamıza bir baba herhalde 2-

Zeytinli Rock Fest, ya da Worst Festival Ever

Resim
Festivalin geri kalanını buradan okuyabilirsiniz: http://www.delikasap.com/yazi/muzik-odasi/zeytinli-rock-fest-2010-ya-da-worst-festival-ever/1723

Muhabirimiz Zeytinli'den sayıklıyor!

Resim
Evet, artık kesinlikle tescillendi, kendi tecrübelerimle sabitlendi: insanoğlu şımaran bir varlık! Nerde o eski "ah bir tanecik konsercik olsa" diye sızlanıp yurtdışındaki yaşıtlarımızı deli gibi kıskandığımız günler (ya da 90lar dediğimiz yıllar), nerde şimdiki "öfff yine mi festivale gitçez yeaaa" diyen ben! Zeytinli Rock Fest'teyim ve otelde oturmayı tercih ediyorum şu an! Ama bu her ne kadar bel ağrısı kaynaklı bir tercih olsa da hiçbir yerim ağrımasaydı da burada olmayı seçebilirdim. Zira şu an kendimi festivale doymuş hissediyorum Sonisphere ve Unirock maratonlarının ardından. Bir de adı üstünde, bu bir "rock fest" - metal grupları ağırlıkta olsaydı ben yine ağırlıklı olarak sahne yanında-önünde-çaprazında olacaktım. Ama Soulfly, Therapy? ve Catafalque dışında pek ilgi alanıma giren grup yok burada bu yıl. Yine de meraklı kişiliğim otelin sahneye çok yakın olması sayesinde tatmin oluyor. Oturduğum yerden sahneyi hem görüyorum, hem de duyuyorum. C

Bu bir karne yazısıdır

Resim
Öğretmenlikten aldığım hazzı başka hiçbişeyden almadım. Belki bilardo…Ama yok yok, öğretmenlik daha güzel. (Tribute to Umut Sarıkaya). Galiba dünyanın en güzel işini yapıyorum. Ama kötü tarafları yok değil. En kötüsü de kalbine soktuğun yavrucuklarla ayrılık zamanının gelmesi. İki yıl boyunca gud mornink, baybay, dis iz dı futbol dediz dı futbol derken yine bir batın yavru ile ayrılık zamanı geldi çattı. Onlar ÖSS stresine girecek, başka başka sınıflara dağılacak, ve ben artık onların dersine girmeyeceğim. Besle büyüt, sonra onlara nasıl bakacaklarını bilmediğin başkalarına teslim et. Herhalde çocuğunu evlendiren ebeveynin hissettikleri böyle bir şey olsa gerek. Bugün karnelerini yazdım. En sevmediğim işlerden biri. Bir bölüm var ya hani orada, yorum yazman isteniyor, ama o bölüme yazabileceğin ve yazamayacağın şeyler belli olmakla birlikte zaten çok da minik ve kısıtlı bir yer. İşte onu doldurmak bana zul geliyor. Demek istediklerimi değil de kısacık şeyler yazabildiğim

See you in another life, brotha!

Resim
(Hayır, bu bir LOST’un sonu yorum yazısı değil…Baştan söyleyeyim de!) Bu paralel evrene geçtiğimizden beri hep farkındayım bunun tuhaf ve yanlış bir alternate reality olduğunun. Dimension door’unu bulsam gidip düzelteceğim her şeyi, Matrix’teki kırılmayı, boyuttaki kaymayı. Küçükken okuyup korktuğum bir Mandrake sayısı vardı – aynadaki görüntüler gerçeğin tam tersi, evil karakterlere dönüşmüştü. Mandrake nasıl düzeltti sonra hepsini hatırlamıyorum, ama belki de cevap oradaydı… Bu boyutta her şey ne tuhaf, ne kadar akla mantığa aykırı, ne kadar fantastik, ne kadar da kahredici! Ürkütücü bir bilim kurgu dizisinde yaşıyor gibi hissediyorum bazen. Ama alternatif evrenimizde her şey hala güzel. Onu bilmek bile rahatlatıyor biraz olsun…Bir gün tekrar “doğru” tarafa geçeceğimize ve bu dizinin de mutlu bir son ile biteceğine inanıyorum. Orada dost ve aile bildiklerim hala öyleler, onlara her koşul altında güvenebilirim. Orada sevgi var ve arkadaşlık bir şey ifade ediyor. Orada saygı var, ve ka

Kız İşleri Bakanlığı

Resim
• Kadın dergilerinde veya gazetelerin moda eklerinde her jean modası ile ilgili sayfaya “JEAN’SEL CAZİBE” başlığı atılmasın. Daha fazla tiksindiğim çok az şey var. • Aynı şekilde iç giyim ile ilgili sayfalarda “TENİNİZDEKİ CAZİBE” filan gibi başlıklar kullanılmasın. Kardeşim, o manken gibi vücudum olsa tenimde ne olursa olsun (ya da olmasın!) zaten cazibe! • Yeter artık, daha fazla pudra rengi giysi sergilemeyin vitrinlerde! Buna tahrik denir! Dayanamıyor alıyorum, ekonomim mahvoluyor! • Pudra rengine niye artık rosé denmiyor, merak etmiyor değilim… • Bana da tulum yakışsın istiyorum! Birileri bu konuda bir şeyler yapmalı! • Plastik bir flip-flop’un 60-70 Lira gibi miktarlara satılmak istenmesinin hiçbir mantıklı açıklaması yok bence. • Yaz geldi diye kafama kocaman çiçekli tokalar takmak istemem DNA’ma kodlanmış kadınsal bir şey midir, sıcaklardan dolayı sağlıklı düşünememekle alakalı bir şey mi? • Sağlıklı bir beslenme düzenine geçmek istiyorum. Buna başlayıncaya kadar ise canhıraş b

Holier-than-thou

Resim
Yabancılaştım şu an, dünyaya, insanlığa, her şeye! Beş-on dakika haber seyretmek yetiyor bunun için bu günlerde. Her yerde insaniyet denen kavramın son kırıntıları da yok edilirken, ahlak, vicdan, merhamet, akıl, sağduyu, onur, kardeşlik, dayanışma gibi kavramlar çoktan anlamadığımız ve öğrenmeye de niyetli olmadığımız bir yabancı dilin bir takım anlamsız ses öbeklerine dönüşmüşken, aslında belki de ben tamamen yanılıyor ve biz insanlığın varoluşundan beri sadece bir arpa boyu bile yol almamışken, ben artık üzüleyim mi, yoksa gerçekleri kabullenmiş bir bilgenin sessizliğine mi gömüleyim bilmiyorum, bilemiyorum. Belki de bir manastıra kapanıp dünyanın pek de uzak görünmeyen sonunu beklemenin vakti gelmiştir. Yahut tam tersine hedonizmin dibine mi vurmak gerekir? Yoo, sırtımdaki dövme boşuna kazınmadı tenimin altına… Ah, ama neler neler görmedim ki şu tepesinden dalgalı saçlar çıkan formun içinde yeryüzünde bir yaşam sürdürdüğümden beri. İnsanların düşman, kurban, ya da sömürülecek bir k

Okuma bunu boşuna

Resim
Erken çıktığım pazartesilerden biri. Okul bitmiş, keyfim yerinde, ev yolunu tutuyorum. Öğlen sıcağının tadını çıkaran kedilerin, sandaletli turistlerin ve müzik dükkanlarının yanından geçerek İstiklal’e ulaşıyorum ve Taksim meydanına doğru olağan ve bilindik yolculuğuma başlıyorum. Alman kitabevinin sahibi Thomas ile selamlaşıp devam ediyorum yürümeye. Ne kadar değişti buralar 1983 yılında Türkiye’ye geldiğimden beri diye düşünmeden edemiyorum. O zamanlar daha burası trafiğe açıktı, daracık kaldırımlardan düşe kalka ilerlerdik meydana doğru. Arada BAB cafe’de hamburger yemek için durulurdu mutlaka, içerisindeki music box ile çok “in” bir mekan olmuştu biz liseliler için. Vay be, ne günlerdi…Ardından trafiğe kapandı İstiklal Caddesi. Ne güzeldi ağaçlı hali. Sonra ağaçlar kesildi, çıplak kaldı. Tramvay geldi ardından. Ne çok değişiyor her şey, ne kadar da sık… Hah, Robinson Crusoe! Uğramamak olmaz. Hemen şu Germania ve Asterix: Uygarlığın Işıkları kitapları alınsın, yazın okun

Just Another Day On Planet Metal

Resim
Müzik setinde dönmekte olan CD’de şu an Bhayanak Maut adlı Hintli öküz metal grubu çalmakta. Hindistan’dan böyle bir müziğin çıkabileceğine inanamamam herhalde Amerika yahut Avrupa tayfasının Türkiye’den Metal duydukları zamanki duygu ve düşüncelere benziyor. Bazen uçsuz bucaksız zannettiğimiz dünyamızın aslında ne kadar küçük olduğunu, birbirimize ne kadar benzediğimizi anladığımız zaman (bkz. her ülkede, her şart altında metale gönül vermiş insanların bulunması), ya da aslında hepimizin bir şekilde bağlantılı olduğunu anladığımız zaman fark ediyoruz (bkz Kevin Bacon oyunu). Ya da bir idol öldüğü zaman tüm dünyadan yükselen üzüntü dalgasına kapıldığımızda. Ronnie James Dio’yu kaybettiğimiz için dünya metal kitlesi olarak aynı üzüntüyü hissetmiyor muyuz? Amerika’daki Lars da üzülüyor, Almanya’daki Schmier de, Türkiye’deki ben de, muhtemelen Vietnam’daki Black Infinity elemanı da… Bazılarımız bu gezegenden göçerken – ya da sadece form değiştirirken? – Planet Metal’de bir gün daha ya

Öylesine

Resim
Bugün işten erken çıktım. Hava da güzeldi, dedim ki eve gitmek için servisi beklemeyeyim. Tünel tarafından Bostancı tarafına yolculuğum İstiklal’den geçerek başladı her zaman olduğu gibi. Fakat şu eve varmış olduğum an yol boyunca aklımdan geçmiş olan birkaç şeyi yazasım var. Nedeni yok, sadece parmaklarımın ucu karıncalandı. Bir mezun kızımıza rastladım yolda. Okul hiç ona göre bir okul değildi, çok zorlanıyordu, ama şimdi bakıyorum yolunu gayet güzel çizmiş, başarıyla yürütüyor işini. Çok sevindim. Bütün gençlerin yolu açık olsun bu zorlu ortamda. İstiklal’den çok sıkıldığımı bir kez daha fark ettim. Her ne kadar onca çeşit insan ile çok neşeli ve kozmopolit bir ortam olsa da, artık sanırım çarpışmamak için devamlı manevra yapmaktan sıkılmışım, rahatça yürünebilecek, kalabalığın ancak İstiklal’in yarısı kadar olduğu bir cadde istiyorum. Ayrıca kaldırım taşlarına bakmak istemiyorum. Zamanında eşek yüküyle para harcanmış yollar

Huzur içinde yat DIO!...

16 Mayıs 2010 akşamı itibarıyla öğrenmiş bulunuyoruz ki Ronnie James Dio efsanesi hayata gözlerini kapamış. Heavy Metal dünyası bir baba’sını kaybetti, hepimizin başı sağolsun. İçime nasıl koca bir kaya ağırlığı çöktü anlatamam. 67 yaş hiçbirşey değil onun gibi bir insan için…Hayat dolu, dünya iyisi bir adamdı. Onu tanımış olmanın haklı gururunu yaşıyorum (bkz. Rock the Nations Festival I başlıklı yazım) içimin kan ağladığı şu dakikalarda. Küçük dev insan, her mosh çektiğimizde seni anacağız. R.I.P.

Anathema, 7 Mayıs 2010

Resim
Ne bitmez sevgiymiş bu kardeşim! Türk milletinin Anathema aşkı nasıl bir fenomendir, bunun sosyolojik incelemesi yapılmadı mı hala? Biri bana burada neler olduğunu açıklasın!! Maslak Venue Anathema fanları ile dolup taşan mekanlar listesine eklendi Cuma günü. Aslında isteksizce gitmiştim. "En sevdiğim, eski albümlerden çalmıyorlar ki, eski tadı vermiyor ki, yeni parçaları bilmiyorum ki, üff zaten şimdi önce eve git, sonra yine giyin çık, konser boyunca dur, sıkıl, yorul, amaaaan" derken kendimi Metehan'ıma eşlik etmek uğruna evden dışarı sürüklerken buldum. Uzun zamandır kocamla kendisinin aylardır süregelen Rock n' Dark jürilik görevi yüzünden doğru düzgün görüşemezken, beraber bir etkinliğe katılamazken, bu fırsat tepilmezdi elbette. Böylece nihayet olması gerekene döndük, karı-koca ayrı ayrı değil, birlikte bir konsere gittik. Bizi mekanın önünde beraber bira içip muhabbet ederken gören Mert (Yıldız) ve Murat (Arda) kankalardan aldığımız tepki de bu yöndeydi - &quo

Hic Et Nunc

Resim
Belenos adına! 07 BEG, sana ne kadar teşekkür etsem az. The Picture of Dorian Gray, senin de devamlı karşıma çıkarak anlatmaya çalıştığın şey belli, çok da haklısın. Hic et nunc. Here and now. Şimdi ve burada. ...yaşıyorsun. Tadını çıkar. Gerekeni yap. Erteleme.Fakat unutma ki şu anki "şimdi ve burada"nı nasıl yaşarsan, yarının da ona göre şekillenecek. Mesela şimdi gidip güzel bir yemek yaparsam, yarınki Anathema konseri için gerekli ayakta kalma enerjisini sağlayacak besinin bir bölümünü alabiliriz karı-koca. O halde doğru hareket bu olacak. Özlü sözlerden de bir anda sığlığın zirvesine çıkabilirim ışık hızını geçerek! Baybay!

Saçma sanal işler!

Resim
İçinde yaşadığımız uğursuz internet çağı ne fena şeydir Yarabbim! Fitne, fesat, ahlaksızlığın her türlüsü, her şey – sanki içinde yaşadığımız uğursuz şehir ve onun içinde hareket ettiğimiz uğursuz camia yetmezmiş gibi – sadece bir klik kadar uzak. Bu pis şehirde etraf aç köpekler, leş bekleyen akbabalar, ikiyüzlü çakallarla doluyken, sanal alemin anonimliği ve kolaylığı fena halde işlerine geliyor böylelerinin. İstesen de uzak duramadığın bir lanet bu – zira her arkadaşın, eşin, ailen, herkes bir şekilde bir takım sosyal sitelere üyeyken onlarla düzenli ve kolay kontak kurabilmek adına bir bakıyorsun ki sen de kapılmış gitmişsin 0’larla 1’lerin uçuştuğu ortama. Eğlenceli de üstelik! ”Outsider” kalmamak adına ödenen bedel çok büyük oysa ki. İnsan kibirli bir varlık. “Dur şu fotoğrafta güzel çıkmışım, bunu koyayım” derken, beğenmediği fotoğraftaki etiketini kaldırırken, kendini tanıtacak cümleler ararken bir bakmışsın ki haberleşeyim derken kendi kendini sahneler olmuşsun. Ki

Yolculuk nereye?

Resim
Güzel geçen bir haftasonuydu. Cumartesi taşkınlık dolu oldschool bir Dorock gecesi yaşadıktan sonra - (Münir! Boşa para veriyoruz diyorum!! Hiçbişi olmuyo!!! :P ) - Gülhan ve Tanju Can çiftinin evinde kaldık Hakan ve Sezin güzelleri ile birlikte. www.haykotube.com cicilerinin bana getirdiği kocaman çiçek buketini suya koyduktan sonra hoppacık diye son zamanların en zevkli uykularından birine daldım. Ertesi sabah Peter Steele'i rahmetle andığımız, October Rust eşliğindeki mükellef bir pazar kahvaltısının ardından Gülhan'cığımla balkonda kahve içme outfit'imi anlatmak istiyorum: ponponlu çoraplarım, çizgili şortum, Pirate Girl baskılı tişörtüm ve hepsinin üzerine deri motorcu yeleğim! Böyle de rakınrol bi insanım sabah kahvesi esnasında bile - cehennem evet!!!:) Derken Yeşilköy sahilde bulduk kendimizi. Golden Retriever'ların en tatlısı Herkül Can diğer köpüşlerin her biriyle tek tek tanışmayı ihmal etmedi. "Add a friend" hadisesinde tavan yaptı herif!! Yalnı